İkinci Cins (1949) / Simone de Beauvoir

“İkinci Cins sadece tarihte ve toplumda kadının rolüyle değil, aynı zamanda bir arketip ve ‘öteki’ fikriyle değiştirilebilir felsefi bir kategori olarak ‘kadın’la ilgilidir. Bu felsefi temel, kitabı diğer feminist çalışmaların üstüne taşımış ve okumasını çok etkileyici hale getirmiştir.

De Beouvoir’ın bu çalışması yedi yüz sayfadır ve özetlenmesi pek de kolay değildir. Birinci bölüm beş yazar üzerinden, Henry de Montherlant, D.H. Lawrence, Paul Claudel, Andre Breton ve Stendhal, kadın mitine dair bir analizi içerir ve Bronz Çağı’ndan Orta Çağ ve moderniteye kadar kadınların toplumdaki rolünün izini sürer. İkinci bölümse âşık, narsist ve mistik kadın portrelerini içeren; çocukluktan ilk cinsel uyanışa, evlilikten menopoza kadar uzanan süreçte kadınların bugünkü durumunun haritasını çıkardıktan sonra kadınların bağımsızlığına dair iyimser bir bölümle sona erer.”

“Bir kadının hastalıklarının çoğu dış tehditlerden değil, sıklıkla sorun çıkaran üreme sistemiyle muhatap olmasından kaynaklanır. Üstelik kadınların daha yoğun olan duygusallığı endokrin sistemindeki salgıların düzensizliğiyle ilişkilidir. De Beauvoir bu özelliklerin çoğunun, kadınların türe tabi olmasından kaynaklandığını söyler. Buna karşın erkekler son derece avantajlı görünmektedir: Erkeğin cinsel yaşamı, bir birey olarak varlığıyla karşıtlık oluşturmaz ve biyolojik krizler ya da terslikler olmadan yolunda gider. Kadınlar erkeklerden daha uzun süre yaşamalarına rağmen, daha sık hastalanır ve bedenleri üzerinde daha az kontrol sahibidirler çok bedenleri onları kontrol eder. Bununla birlikte bir kadın olarak artık çocuk doğurma işlevine göre tanımlanıp değerlendirilemeyeceklerinden menopoz, kadınları özgürleştirebilir.”

“De Beauvori’ın ulaştığı sonuç kadının karakterinin, kadının konumu üzerinden biçimlendiğidir. Kadınlar toplumsal olarak bağısız değillerdir fakat erkeklerin yönettiği ve tanımladığı toplulukların bir kısmını şekillendirirler. Ancak kadınların oluşturduğu herhangi bir oluşum ya da toplumsal hizmet hala erkek egemen bir bağlam içinde yer almaktadır. Kadınların azar işittiği birçok kusur, bayağılık, üşengeçlik, ciddiyetsizlik, itaatkârlık gibi, tamamen, kadınların ufkunun kapatıldığı gerçeğinin ifadesidir der Beauvoir.”

“Kadınlar kendilerini nadiren bir hikâyenin başkahramanı olarak gördüklerinden, kadın mitlerin sayısı çok fazla değildir. Kadınların mitlerdeki rolleri daima ikincil olmuştur; kadınlar erkeğin hayalini kurarlar. Erkek, kadının etrafında bir mit yaratmıştır ve tüm mitler kadının önemsiz olduğunu pekiştirmeye sebebiyet vermiştir. Doğum ölüm ilişkilendirildiğinden kadın, erkeği sonluluğa mahkûm eder. Kadınlar ayrıca erkekleri efsunlayan büyücüler ve cadılar olarak da görülmüştür. Erkek, kadını hem arzular hem de ondan korkar. Kendisine ait olduğu için kadını sever ama öteki olarak kaldığı için de ondan korkar, kendisinin kılmak istediği işte bu ötekidir. Erkek gibi kadın da doğuştan ruha ve akla sahiptir fakat kadın doğaya aittir, hatta birey ile kozmos arasında arabulucu olarak ortaya çıkar.”

“Kadın düşmanlığının ve cinsel eşitsizliğin yasalarla yazıldığı ve geleneklerle ifadesini bulduğu ülkelerde Beauvoir’ın kitabı, erkeklerin gerçek niyetlerine dair pek çok şeyi ifşa eden potansiyel bir bomba gibi durmaktadır.

Eğer kadınsanız İkinci Cins’i okumak size son altmış yılda kadınlar için kat edilen gelişmeleri hatırlatacak. Ve eğer erkekseniz bugün bile kadınların yaşadığı kısmen farklı bir evrene dair daha geniş bir kavrayış kazanmanıza yardımcı olacaktır.”

“Kadın doğulmaz, kadın olunur.”

“Kadının bireysel hayatının tarihi, kadın hala kendi kadınsal işlevleriyle sınırlı olduğu için, erkeğinden çok daha büyük ölçüde psikolojik kaderine bağlıdır; kadınların kader eğrisi erkeklerinden çok daha pürüzlü, çok daha kesintilidir.”

“Öteki kavramı, kadının tarihteki konumunu ve iktidarını anlamamıza yardımcı olur.”

Simone de Beauvoir

“Etrafımızdaki dünyanın sarsıcı boyutlarına, cehaletimizin yoğunluğuna, bizi bekleyen felâket risklerine ve o muazzam topluluk içindeki bireysel zayıflığımıza rağmen, gerçek şu ki varlığımız kendi sınırlılığı içinde, sonsuza açılan bir sonluluk içinde sürdürme irademizi kullanırsak tamamen özgür oluruz. Ve aslında, gerçek aşkları, gerçek başkaldırıları, gerçek düşleri ve gerçek iradeyi tanımış olan her insan bilir ki, hedeflerinden emin olmak hiç kimsenin iznine, güvencesine muhtaç değildir; O kesinlik duygusu kendi içgüdüsünden kaynaklanır.”

Acaba Jean-Paul Sartre olmasaydı Simone de Beauvoir olabilir miydi? Sanırım hiç kimse bu sorunun cevabını kolay kolay veremez. Peki ya,Simone de Beauvoir olmasaydı Jean-Paul, “Sartre” olabilir miydi?

Kravatlı beylerin kafelerde croissant, café au lait ve Le Figaro ile  kahvaltı ettiği, tuvallerine rengârenk fırça darbeleriyle hayat veren empresyonistlerin Montmartre sokaklarında şaraplarını yudumladığı, zarif şapkalı şık paltolu kadınların göz kamaştırdığı bir kış günü, 9 Ocak 1908’de Paris’te bir kız çocuğu dünyaya gelir. Adını Simone koyarlar. Babası George Bertrand de Beauvoir bir hukukçu, annesi Françoise zengin bir bankerin koyu Katolik bir kızıdır.

Simone, önce bir Katolik okulunda matematik, sonra Sainte-Marie enstitüsünde dil ve edebiyat, ardından da Sorbonne’da felsefe okur. Lisansüstü eğitimini büyük bir başarıyla tamamlayıp Fransa’nın en genç kadın felsefe öğretmeni olmaya hak kazanır. Simone, henüz yirmi bir yaşındayken, ufak tefek, olağanüstü zeki genç bir adamla, Jean-Paul ile tanışır. Daha doğrusu Sorbonne’da kendisi kadar başarılı olan bu çekici genç kızla Jean-Paul görüşmek istemiş, araya tanıdıklar girmiştir. İlk karşılaşmalarının üzerinden birkaç ay bile geçmeden Jean-Paul ve Simone ayrılmaz bir ikili olacaklardır. Yaşam boyu süren bu serüven, tutkunun, cinselliğin, hayatlarına giren başka kadın ve erkeklerle paylaşıldığı girift bir ilişkiye, sarsılmaz bir zihni beraberliğe dönüşerek efsanevi bir nitelik kazanır.

“Bence gerçek cömertlik, her şeyini vermek ama bunun sana hiç maliyeti olmadığı duygusunu yaşamaktır.”

Bir süre okullarda öğretmenlik yapan Beauvoir sonunda Paris’e yerleşip esas tutkusuna; düşünmeye, tartışmaya ve yazmaya odaklanır. İlk eseri L’Invitée – Konuk Kız 1943 yılında yayınlanır. Gerçekte Jean-Paul ve bir başka genç kızla kurdukları aşk üçgeni üzerine kurgulanan bu eser oldukça ilgi toplar. Sartre’ın da basılmadan önce okuduğu bu romanın kahramanı Françoise (Simone) kitabın sonunda öteki kızı öldürür. Bu aslında yazarın Sartre ile arasındaki zihni beraberliğe verdiği önemin dolaylı bir anlatımıdır. Peki, koyu bir Katolik olan annesinin, Simone’a gelişme çağında aşılamaya çalıştığı değerlere tepkisini, biseksüel roman kahramanına onun adını (Françoise) vererek göstermiş olabilir mi?

Beauvoir’ın ikinci eseri Pyrrhus et Cinéas – Denemeler (1944) savaştan yorgun düşmüş Fransız halkı tarafından övgüyle karşılanır. Kitapta Epirus kralı Pirus yeni bir savaşa hazırlanırken danışmanı Cinéas sorar:

“Neden?”

“Çünkü,” der kral, “bu savaş beni muzaffer kılacak.”

“Peki,” diye yeniden sorar Cinéas, “sonra ne yapacaksınız?”

“Sonra,”  diye cevap verir Pyrrhus, “artık dinleneceğim.”

“Öyleyse neden şimdi dinlenmiyorsunuz kralım?”

Beauvoir’ın varoluşçu anlayışına göre kölelik ve sahiplenme, despotluk ve bağlılık ilişkileri içindeki insanlar, aralarındaki eşitsizliğe rağmen birbirlerinin varlığından beslenmektedirler. Bu konuda bizim yapabileceğimiz bir şey yoktur. Başkaları adına biz hareket edemeyiz, zira herkes kendinden sorumludur. Buna karşın ahlaki değerler açısından başkalarına zarar verecek davranışlardan, seçimlerden kaçınmamız gerekir. Sessiz kalmak, bir başkasının yardımına koşmamak da bir seçimdir. Bir başka deyişle özgürlük kaçınılmazdır. Ve varoluşçular değişik inanç ve amaçlar doğrultusunda hareket etmeye zorlanmamalı, bilinçli ve etkin bir şekilde, arzu ettikleri duruşu sergileyebilmelidirler.

“Gerçek yeteneğinizi göstermek daima, bir anlamda, yeteneğinizin sınırlarını zorlayarak, ötesine gidebilmektir. Cüret etmek, araştırmak, yaratmak; işte ancak öyle bir anda yeni yetenekler ortaya çıkar, keşfedilir ve hayata geçirilir.”

Beauvoir’ın başyapıtlarından biri zihninde oluşturduğu düşünceleri, çelişkileri işte böyle cesurca kaleme aldığı Pour une Morale de L’Ambiguité  (Belirsizlik Ahlakı Üzerine) adlı eseridir (1947). Sartre dışında Hegel, Heidegger, Spinoza, Nietzsche ve Kierkegaard’ın düşünceleri üzerine inşa edilmiş bir felsefe gibi algılansa da, Beauvoir çok saygı duyduğu düşünürleri yeri geldiğinde açıkça eleştirmekten de çekinmemiştir bu eserinde. Pour une Morale de L’Ambiguité bir anlamda dört yıl önce yayınlanan Pyrrhus et Cinéas’ın devamı niteliğindedir.

Beauvoir bu eserinde kişilerin özgürlüklerini arayan iç sesleri ile onları bastıran dış dünya koşulları arasındaki belirsizliği ele alıyor. Ona göre insanların varlığı bu iki zıt etkenin sürekli mücadelesi içinde sıkışıp kalmıştır. Bu nedenle önce bu belirsizliğin varlığını kabul etmeliyiz.

Beauvoir insanların içtenlikten uzak, farklı tutumlarla özgürlük ve sorumluluklarından kaçtığını öne sürer. İlk samimiyetsizlik kategorisi, özgün, doğal eğilimlerini tembellik ve bezginlik yoluyla inkâr eden “alt-insan”dır. Bu tehlikeli bir tutumdur, çünkü özgürlüğünü reddederken “alt-insan” acımasız, ahlaksız, şiddet eylemleri için “ciddi insan”ın piyonu haline gelir.

“Ciddi insan” en yaygın kaçışın örneğidir çünkü tüm özgürlüğünü objektif bir dış standarda dayandırmak ister ve onu kayıtsız şartsız, mutlak değerlerin emrine verir. Ciddi yaklaşımın bütünleşmek istediği obje önemli değildir; general için Askeriye, aktris için Şöhret, siyasetçi için Güç olabilir. Önemli olan, benliğin bunların içinde kaybolmasıdır.

Beauvoir’ın düşüncesine göre özgürlükten kaynaklanmayan, özgürlüğü hedef almayan tüm eylemler anlamını yitirmektedir. Bu anlamda ciddi insan, samimiyetsizliğin en temel örneğidir, zira özgürlüğü kucaklamak yerine kendini harici bir idole kaptırıp yitirir. Ciddi yaklaşım, “Dava”nın onu oluşturan insanlardan daha çok vurgulanmasıyla despotluk ve baskıya yol açar.

Bir başka samimiyetsiz tutum da, düş kırıklığı yaratmış ciddiyetin kendini hedef almasıyla ortaya çıkan “nihilist” yaklaşımdır. Sözgelimi, general askerliğin sahte bir idol olduğunu, varoluşuna anlamlı bir gerekçe oluşturmadığını anlayınca nihilizme sığınıp dünyanın herhangi bir anlamdan yoksun olduğunu iddia eder.

Özgürlük kavramı bir kez daha değerini yitirmiştir.

Simone de Beauvoir kadın haklarını felsefi açıdan irdeleyen ilk feminist yazar olma özelliğini 1949 yılında yayınlananLe Deuxiéme Sexe – Kadın, İkinci Seks adlı eserine borçludur. Orijinal haliyle iki cilt olarak basılan eserin ilk bölümü “gerçekler ve efsaneler” üzerine kuruludur. Yazara göre kadınların biyolojik farklılıkları, gebelik ve annelik dönemleri, onlara farklı sorumluluklar yüklese de gerçekte bir dezavantaj olarak değerlendirilmemelidir. Ayrıca cinsiyetlerinden kaynaklanan bu özellikleri, kadınların hak ve özgürlüklerine sınırlamalar getirilmesi ve bireysel farklılıklarının yok sayılması için bir gerekçe teşkil edemez.

İşte bu inançla Beauvoir, ikinci cilde “Kadın doğulmaz, kadın olunur”  diyerek başlar. Bu eserin yetersiz ve içeriğini tam olarak yansıtamadan İngilizceye çevrilmiş olması uzun süre değerinin ortaya çıkmasını engellese de sonunda hak yerini bulur, yeniden İngilizceye tercüme edilir ve ölümünden sonra Beauvoir’ın ünü yayılmaya devam eder.

Kendisini feminist olarak sınıflandırmasa da Beauvoir hayatı boyunca özgürlüğünden ödün vermemiş, Jean-Paul ile süren ilişkisi, hayatına başka kadın ve erkeklerin girmesini engellememiştir.

Bu maceraların en çok iz bırakanı bir Amerika seyahati sırasında Chicago’da tanıştığı yazar Nelson Algren ile yaşadığı ilişkidir. İkisi de kırklı yaşlarına girerken Chicago’nun kenar mahallelerinde, sokak barlarında geçirdikleri üç gün Simone’u çok etkiler. Birçok kereler yeniden buluşsalar da Nelson’un Paris’e gelmek istemeyişi, Simone’un Sartre’dan kopmayı göze alamaması bu tutkulu aşkın sonunu getirir ve Nelson tüm ısrarlarına ve yakarışlarına rağmen Simone’u terk eder.

Katolik Kilisesi savunduğu ve kabul ettirmek istediği düşüncelere karşı çıkan insanlarla daima savaşmıştır. Orta çağlarda bu mücadeleyi o kişileri şeytanlıkla, cadı olmakla suçlayıp halkın gözü önünde yakarak ya da türlü işkencelerle pes ettirerek veriyordu. Daha sonraki yıllarda yöntemlerini değiştirse de mücadelesine devam etmiştir. İşte bu nedenle Vatikan Beauvoir’ın Kadın, İkinci Seks (1949) adlı eserini okunması yasak kitaplar listesine koymuştur. Beauvoir’ın 1953 yılında yayınlanan Mandarins adlı eseri de bu cezadan kurtulamaz ve yasaklanır. Bu eserinde Beauvoir bir yanda Nelson Algren’e olan aşkı ve Sartre’a olan bağımlılığı arasında yaşadığı ikilemleri ele alan bir roman yazmış gibi görünse de öte yandan sıradan insanların II. Dünya Savaşı’nda gösterdiği cesareti ve mukavemeti Nazi’lere karşı ortaya koyamayan solcu entelektüelleri ve onların elitist yaklaşımlarını açığa vurmakta ve bu eserinde onları korkaklıkla itham etmektedir.

Pek çok kitabı otobiyografik özellikler taşıyan yazar Mémoires d’une Jeune Fille Rangée – Bir Genç Kızın Anıları (1958), La Force de l’Age – Yaşlılık (1960), La Force des Choses – Koşulların Gücü (1963) ve Tout Compte Fait – Hesap Tamam(1972) adlı eserlerinde yaşamının farklı dönemlerinde hayata bakışını okurlarla paylaşır.

“Ölüm bizi buluşturamayacak. Böyle işte! Beraberliğimize gelince, tek kelimeyle harikaydı.”

1980 yılında Sartre öldükten sonra Beauvoir’ın da sağlık durumu kötüleşmeye başlar. O da hayat arkadaşı Sartre gibi uzun çalışma saatlerinde uyanık kalabilmek uğruna uyarıcı ilaçlar kullanmış, vücudunu yıpratmıştır. Sartre’ın anısına yazdığı Adieux – Sartre’a Veda (1981) son eseri olur.

Adeta nazire yapar gibi, Sartre’ın ölümünden (15 Nisan 1980) tam altı yıl sonra (14 Nisan 1986) Simone de Beauvoir son nefesini verir. Onu Montparnasse mezarlığında sevgilisinin yanına gömerler.

Parmağında bir diğer aşkının, Nelson Algren’in kendisine hediye ettiği yüzükle…

Kaynak:http://hasansarac.net/tr/i/Simone_de_Beauvoir

Bilgi Paylaştıkca Çogalır...

Cevap Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

[+] kaskus emoticons nartzco

İfade eklemek için tıklayınız.

SmileBig SmileGrinLaughFrownBig FrownCryNeutralWinkKissRazzChicCoolAngryReally AngryConfusedQuestionThinkingPainShockYesNoLOLSillyBeautyLashesCuteShyBlushKissedIn LoveDroolGiggleSnickerHeh!SmirkWiltWeepIDKStruggleSide FrownDazedHypnotizedSweatEek!Roll EyesSarcasmDisdainSmugMoney MouthFoot in MouthShut MouthQuietShameBeat UpMeanEvil GrinGrit TeethShoutPissed OffReally PissedMad RazzDrunken RazzSickYawnSleepyDanceClapJumpHandshakeHigh FiveHug LeftHug RightKiss BlowKissingByeGo AwayCall MeOn the PhoneSecretMeetingWavingStopTime OutTalk to the HandLoserLyingDOH!Fingers CrossedWaitingSuspenseTremblePrayWorshipStarvingEatVictoryCurseAlienAngelClownCowboyCyclopsDevilDoctorFemale FighterMale FighterMohawkMusicNerdPartyPirateSkywalkerSnowmanSoldierVampireZombie KillerGhostSkeletonBunnyCatCat 2ChickChickenChicken 2CowCow 2DogDog 2DuckGoatHippoKoalaLionMonkeyMonkey 2MousePandaPigPig 2SheepSheep 2ReindeerSnailTigerTurtleBeerDrinkLiquorCoffeeCakePizzaWatermelonBowlPlateCanFemaleMaleHeartBroken HeartRoseDead RosePeaceYin YangUS FlagMoonStarSunCloudyRainThunderUmbrellaRainbowMusic NoteAirplaneCarIslandAnnouncebrbMailCellPhoneCameraFilmTVClockLampSearchCoinsComputerConsolePresentSoccerCloverPumpkinBombHammerKnifeHandcuffsPillPoopCigarette