
Aşık olmak anlık bir şey, birden her şeyin çok parlak göründüğü, birden en pastel renklerin bile ısınmaya başladığı, birden tüm yemeklerin çok daha lezzetli olduğu bir an bu. İnsan karar vererek aşık olmaz. Sadece bir bakar olmuş…
*************************************************************
– Peki bana gereksiz olmayan bir soru sorabilir misiniz sayın dinleyen?
– Öyle bir soru yok ki?
– Cevabı olmayan herhangi bir şeyin sorusu da olmaz zaten, sayın dinleyen. Sorular sadece cevabı duymak isteğiyle var olurlar. Tek bir soru hariç. Bu soru sizi derin bir suskunluğa ya da ölçüsüz bir neşeye boğabilir. Buradan anladığım kadarıyla zaten çekilmez olan varlığınızı çevrenizdekiler için iyice katlanılmaz bir hale sokabilir. Hazırsanız sorayım.
– Evet
– Ölümün olduğu yerde, daha ciddi ne olabilir?
85 Cevaplar Kime:“Kaybedenler Kulübü”
Bence soramadıklarımız cevabından korktuğumuz sorulardır en çok…
*************************************
Cevabın ne olduğunu bilmiyorsak korkacak bir şey de yok demektir.
Korkuyu yaşamak pahasına cevabı aramalı.
Ölümden öte ne olabilir?
İstediğimiz sorudan başlayabilir miyiz
**********************************
Kesinlikle.
Üstelik şifre de yok. ehi.
Ben riske girip boş kağıt vereceğim
******************************
Tanıdık varsa kesin kazanırsın.
“Ölümün olduğu yerde, daha ciddi ne olabilir?”
hiç bir şey deriz tabi ancak pratikte bir karşılığı var mı bunun bilemiyorum.
************************************
Bunun bir karşılığı olup olmadığını sanırım öldüğümüzde öğrenebileceğiz.
Hiç bir şey!
*********************
İyi bir şey.
Ölümün olduğu yerde daha ciddi olan tek şey, neden yaşadığının farkına varamamaktır herhalde…
*******************************************
Yaşamamın en büyük sebebi annem ve babam.
Diğer nedenlerin hepsi kayboldular…
Artık niçinler var…
Annem anlatmıştı.Yeni atandığı köyde öğretmenlik yaparken öğrencilerini öğle yemeğine uğurlamış,sonrasında acı çığlıkların olduğu yere doğru koşturmaya başlamış..Öğrencisi yemek yemeden koyunlara çobanlık etmek istemiş ve dereye düşerek boğulmuş..
Geriye çantası ve sıranın üzerindeki açık duran defteri kalmış..
Geriye hüzün kalmamalı.Defterin yıpranan sayfaları gibi olmamalı insan..
Ölümün olduğu yerde daha ciddi bir şey olamayacağından,ölçüsüz bir neşe içinde olmak bence daha iyidir…
***********************************************
Sanırım bu yüzden ölçüsüz bir neşem var.
Üstelik her geçen gün artıyor. ehi.
Yaşam… Herşeye rağmen yaşamaya devam ediyorsak eğer, yaşamı da ciddiye almak zorundayız. Okumak, çalışıp para kazanmak gerek. Siyaset, ülkesel ve küresel sorunlar, özellikle açlık, yoksulluk, işsizlik, insan hakları vs. Yaşam, ölüme rağmen çok ciddi. Ölümün yanında anlamsızlaşıyor belki ama hemen her ölümden sonra, hissedilen o acı hafifliyor zamanla ve geride kalanlar için yaşam devam ediyor. Yine aynı sorunlar, aynı çabalarla, sanki hiçbirşey olmamış, kimse ölmemiş gibi. Yaşamak, hele de onuruyla yaşamak, aynaya baktığımızda görüntümüzden utanmayacağımız ve öldüğümüzde arkamızda bıraktıklarımız için utanç kaynağı olmayacağımız bir yaşam sürmek, bazen ölümden bile daha ciddi gelebiliyor insana. Yaşamı ciddiye alanlardanım.
*********************************************
Keşke yaşam benim onu ciddiye aldığım kadar beni ciddiye alsaydı.
Ama artık çok geç. Ben de onu ciddiye almıyorum…
Anlıyorum. “Nasıl geçerseeen geeeeç” modundasın yani
*****************************
Hmm. Biraz daha farklı ama yakın.
Ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok..
**********************************************
“Ölüm Allah’ım emri, yalnızlık olmasaydı…”
aşkın ve ilkel bir töz olarak aşk, insanoğlunun ileriye dönük evrilmesini
tezgahlayan bir doğa oyunudur.doğa türün devamının süreceğinin garantisine ikna olmadan
insanoğlundaki
(fiziksel ve toplumsal) değişimlere
asla izin vermez(tek istisnai kural denge bozulduğunda yasalar bir süreliğine
askıya alınabilir ve hatta doğa tarafından canlılığa dair kabullenilmiş
en genel yasalar bile türün devamının gerekliliği için bazen tersine çevrilebilir veya durdurulabilir.)
.doğanın seninle olan işi bittiğinde
başına olmadık işler açar…doğa görevini tamamlayanları yani üreyenleri
yani artık hiçbir işe yaramıyacak olanları bir şekilde ıskartaya ayırır ve yavaş yavaş
yokoluş sürecine sokar.
çünkü herkese yetecek kadar ne aş, ne iş, ne de aşk vardır.aynı zamanda da nerde hareket orda bereket mantığıyla doğa için genç nesiller her zaman daha makbüldür. çünkü hareket yaratırlar.aslında bu çözülmesi gereken
başka bir paradigma çünkü değişim de tam işte burada yani kıtlığın
getirdiği rekabette ve çatışmada yatmaktadır.
tabi ki insanoğlu bu çatışmaları etnik dini ve ahlaki soslarla soteleyip
doğanın amaçlarını farkında olarak veya olmayarak gizlemişlerdir öteden beri.
doğa çok cimridir.eğer öyle olmasaydı hareket olmazdı.doğa değişimi değil hareketi sever.
hareket et de nasıl edersen et.ama asla durma duraksama.
anlamaya çalışma o sana beni anla demedi ki hiç.
doğa için kadın da önemli değildir erkek de önemli değildir tek önemli şey
olan varoluş ve yokoluş hareketlerinin devamlılığıdır.aynı her madenin ve enerjinin
-273 hariç sürekli devinimi gibi,tıpkı nietzche’nin güç istencinde anlattığı gibi.
doğada nietzhce’nin bahsettiği ilkel(değişim göstermeyen) dürtüler her zaman ödüllendirilir
ve bu ilkel güdülere sahip bireyler kompleks(karmaşık) güdülere sahip olanlara kıyasla
daha fazla çoğalırlar ve daha dayanakılıdırlar.
aşık olmanın anlamı doğanın en iyi dölü(embriyoyu) üretmek için insana, aynı zamanda
çözerken zevk duyacağı, tensel bir denklem yaratması eylemidir.bu denklemi çözenler
genellikle doğanın diğer canlılara uyguladığı seromonik faaliyetlerde
bulunurlar fakat bir farkla bu durum insanda daha sofistike ve komplikedir ve uzun
bir süreç gerektirir, yani doğanın düşünen oyuncaklarıyız.gezegendeki tüm canlılık
eğer bir gün yok olacaksa emin olun o gün doğa boş durmayacaktır ve başka
alternatifler arayacaktır.doğa eşitlemeyi çok sever.ama bazen hareket çıkması için eşitliğin bir süreliğine tekrar dengeye gelecek şekilde bozulması gerekir…”doğanın eşitledikleri”: örneğin kadın ve erkek sayıları hemen hemen eşittir.
zeka düzeyi her toplumda normal dağılım gösterir.dehalar ve embesiller hemen hemen eşit
sayıdadırlar ve en az sayıdadırlar. en fazla olanlar ise dağılımda ortalama üzerinde ve
ortalamaya yakın değerlere sahip olanlardır.
ta ki eşitlenme süreci içinde tabakalar bir üst derecedeki
yeni bir sınıfa geçmiş olmasınlar.
bu üst sınıfı da doğa uzun süre dengede tutmaya eşitlemeye
ve bir üst dereceye daha çıkmasına mani olmaya çalışacaktır.
bunu aynı borsada bahsedilen destek noktasının
uzun süre sabit kalması kırılaması örneğine benzetebiliriz.
doğa her zaman eşitlemeye çalışır(istatistiksel ve biyometrik sonuçlara bakın) ta ki yine,
yeni oluşan bu üst dereceneye ulaşmış mahlukatın
türün devamlılığını eskisinden daha iyi yürüteceğine inansın.
eğer insanoğlu olarak bir şekilde doğal süreçlerde, genlerimizde ve etkileşimde bulunduğumuz
dünyadaki olan ilkel tözü kavrayabilirsek belki onu yanıltabiliriz.
sanırım bir şeyler değişebilir.
david oldroyd isimli yazar’ın da belirttiği gibi dünya canlı bir organizmadır.
ve bence üzerinde neler olup bittiğini de
çok iyi iyi biliyor demiyelim de ne diyelim hissediyor ve kavrıyor.
******************************************
Maksimum düzensizlik ve minumum enerji diyerek özetleyebiliriz sanırım.
Evet entropi kanunu acımasız olduğu kadar da sabırlıdır.
Bu arada Schopenhauer David OLDROYD’un yazısını okuyabilseydi “anlattıklarımı iyi anlamış, aferin” derdi.
Zira seneler önce Aşka ve Kadınlara Dair, Aşkın Metafiziği adlı yapıtında aşağıdaki hususları püskürtmüştü çevresine: ( Kadınlar! Bundan sonrasını okumadan önce ruhsal hazırlıklarınızı yapın. Erkekler pis pis sırıtmayın!. ehi. )
“Eserinin ilk bölümü Kadınlara Dair’dir. Ona göre kadınlar zihinsel ya da bedensel hiç bir büyük iş için yaratılmamıştır; onlar sabırlı birer yoldaş olmak, çocuk doğurup büyütmek için vardır. Kadınlardan “Philister” diye bahseder ve bu kelimeyi önceki eserlerinden birinde yine kendisi tanımlamıştır; Philister, zihinsel ihtiyaçları olmayan insan diye tarif edilir. Kadınlar sakin ve önemsiz bir hayat sürmelidir. Çok fazla mutlu ya da mutsuz olmamalıdırlar. Onlar gerçekte önemli olan hiçbir şeyi ciddiye almaz, anlayamazlar; önemsedikleri, dikkat ve emek verdikleri şeyler; birinin gönlünü kazanmak, giyim, kuşam, dans, cilt bakımı ve bunlarla bağlantılı şeylerdir. Ona göre doğa da bu duruma uygun hareket eder; gençliklerinde kadınlar büyüleyici bir güzelliğe sahip olurlar ki böylece onlara bakıp onları koruyacak bir erkeği elde edebilsinler. Bir çocuk doğurduklarında ise bu güzellik silinmeye başlar, çünkü olması gereken olmuştur.
Schopenhauer, Avrupa’da kadınlara gereksiz ve yapay bir önem ve değer verildiğinden yakınır. Kadınlara aslında sahip olmadıkları niteliklerin bahşedilmesi, onların olmadıkları gibi değerlendirilip gösterilmesi en başta onlara haksızlıktır; bu gerçek olmayan yaklaşım öncelikle onlar üzerinde kaldıramayacakları bir baskı oluşturacaktır. Ayrıca bu durumu gerçekmişçesine kabullenen kadınlar sonuçta kendi doğal rollerine yabancılaşacak, aynı zamanda büyük işlerde başaramayacaklar, böylelikle her iki alanda da başarısız olacaklar ve mutsuzluğa sürükleneceklerdir. Kadınlara hakettikleri değer ve önemin verilmesi hem onları gerektiği kadar mutlu edecek hem de erkekleri rahata erdirecektir. Çokeşliliği erkekler için bir hak olarak görür, tekeşlilikse doğal olmayan, zorlama bir durumdur. Karısı hastalanan, çocuk doğuramayan ya da zamanla kendisi için yaşlı hale gelmiş bir erkeğin ikinci bir kadın almaması için mantıklı bir neden yoktur. Bu konuya Türkler’in yaklaşımını bilgece bulması ilginçtir; Bir Türk dostunun deyişiyle, Türkler kadınlarını sadece tohumlarını bırakabilecekleri bir tarla olarak görürler.
İkinci kısımda ise Cinsel Aşkın Metafiziği’ni ele alır. Aşk türlü şiir ve sanat eserlerinde yer alır, insanları delirtecek kadar güçlü, onlara cinayet işletecek kadar büyüleyici olabilmektedir. Ancak ne kadar yüce görünürse görünsün her türlü aşk bütünüyle cinsiyet güdüsünden kaynaklanır. Aşkın belirlediği şey gelecek neslin oluşturulmasıdır. Bu yüzden aşk yüksek öneme sahip bir meseledir. İki sevgilinin artan muhabbeti, ileride ebeveynleri olacakları yeni varlığın yaşama iradesidir; onların ilişkileriyle yeni bir varlığın yaşam kıvılcımı tutuşur.
Farklı cinsiyetten iki kişiyi böyle güçlü ve engellenemez biçimde birbirine çeken şey aslında yaşama iradesidir. Kişilerin birbirlerini sevmeye başladıkları zaman yeni bir varlığın hayatının çıkış noktasıdır. Dünyaya gelen yeni varlık, babasının irade ve kişiliğini, anasının zekâsını ve her ikisinin vücut yapısını alır.
Bununla beraber tutkulu aşk kişilerin birbirine uygunluğundan da kaynaklanır. İki kişi birbirine ne kadar kusursuz biçimde uygunsa, tutkuları da o kadar güçlü olacaktır. Bunun tam tersi durumda, iki kişinin mizaç, kişilik, düşünme tarzı ve düşünsel yeterlilik anlamında uyuşmadığı durumda bir aşkın doğması da olasıdır. Böyle bir aşk kişileri her şeye karşı körleştirecek ve mutsuzluğa sürükleyecektir.
Schopenhauer’ a göre, bencillik kişinin derinlerine kök salmıştır, her bireyde istisnasız vardır ve kişiyi harekete geçirebilmek için hiç tereddüt duymadan bencilce amaçlara güvenilebilir. İşte doğa da bireysel amaçlarını gözeten bireye bir çeşit yanılsama yerleştirir. Yaptığı şey baştan aşağı türün yararına olduğu halde ona bunu kendisi için faydalıymış gibi gösterir. Kişi kendi amaçlarına hizmet ettiğini zannederken aslında buna kölelik eder. Birey cinsiyet dürtüsüne sahiptir ve bunun tatmininin başka bir bireyin güzelliği ya da çirkinliği ile ilgisi yoktur. İşte bu noktada kişi bu kadar özenli ve seçici olmasını bu ilgiye bağlasa da, bu asıl olarak türün kusursuz bir örneğini meydana getirmeyi amaçlar. Bundan dolayı kişilerin iki tercih şekli vardır; kişi ya en güzel kimseleri tercih eder ya da kendisinde eksik olan özellikleri başkasında arar ve hatta kendisinde eksik olan kusurları başkasında güzellik olarak görebilir. Güzel bir kadın gördüğünde onunla olmanın kendisini dünyadaki her şeyden daha çok mutlu edeceğini düşünen erkeğin hissettiği bu aldatıcı çoşkunluk durumu aslında türün duyuşundan başka bir şey değildir. Bu duyuş türün karakterini en iyi biçimde dile getiren özelliklerin korunması seçimine dayanır ve bu yüzden güzellik önemli bir güce sahiptir. Yani bir erkeği güzel bir kadını seçmeye iten gerçekte türde en iyi olanı amaçlayan içgüdüdür; ancak erkek böyle yaparak sadece zevkini artırmak arayışı içinde olduğunu düşünür. Bir böceğin belirli bir çiçeği seçerken gösterdiği özen ile bir erkeğin kadını seçerken gösterdiği özen birbirine çok benzer ve aynı iradenin ürünüdür. Bu şekilde hareket eden her aşık, sonunda ulaştığı hazzın herhengi bir cinsel tatminden hiçbir farkının olmadığını anladığında büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktır; bu tatmin sadece türün yararınadır ve türün iradesinin etkisi altındadır.
Doğaları gereği bir erkeğin aşkı karşılık gördüğü andan itibaren azalır, sahip olduğu kadın dışında tüm kadınlar ona daha cazip gelir, kadının aşkı ise karşılık gördüğü andan itibaren artar. Bunun sebebi doğanın türün korunmasını ve mümkün olduğunca büyük bir çoğalmayı hedeflemesidir. Bir erkek kolaylıkla yılda yüzün üzerinde çocuk yapabilecekken, bir kadın ne kadar fazla erkekle sevişirse sevişsin en fazla bir çocuk yapabilir. Bu yüzden erkekler her zaman başka kadınları isterlerken, kadınlar bir erkeğe bağlı kalırlar.
Türün seçiminde erkekleri yönlendirici etkenler; yaş, üreyebilirlik, sağlık, kemik yapısı, tombulluk, ve çehredir. Kadınları ise; güç ve cesaret yönlendirir. Ayrıca kadının çocuğuna veremeyeceği şeyler de önemli rol oynar; omuz genişliği, kas gücü, cesaret, sakal ve benzeri şeyler. Bundan dolayı kadın çirkin bir erkeği sevebilir, çünkü onun kusurlarını kendisi giderebilecek ve onu tamamlayabilecektir; ancak erkeksi olmayan bir erkeği asla sevmez.
İnsan kendisinde eksik gördüğü şeyi sever ve bu şekilde kusurlu olarak ortaya çıkan tür düzelme eğilimine girer. Bu şekilde bir tür birbirini bertaraf etme durumu ortaya çıkar. Bu sebeple, aşıklar ruh uyumlarından bahsederken, asıl olarak meydana getirecekleri varlığın mükemmeliyetinden bahsederler.
Bütün zamanlardan şairler bir çok tarz ve şekilde aşk arzusunu dile getirirler. Bu arzu, bir kadının elde edilmesinin sonsuz bir mutluluk, kaybedilmesinin ise dayanılması imkansız bir acı ve mutsuzluk meydana getireceğini düşündürtür. Ancak bu arzu ve acı ihtiyaçlarını gelip geçici bir insanın gereksinmelerinde bulamaz; sadece türün sınırsız bir ömrü vardır ve bu sebeple sadece tür sınırsız acı ve arzulara sahip olabilir. Tüm bunlar insanın dar yüreğine hapsedilir. Böyle bir yürek bu sonsuz neşe ve kederi dile getirecek uygun bir ifade bulamayabilir. Yani aşk şiirlerinin malzemesi, kaynağı da budur; dolayısıyla o dünyevi şeylerin ötesine yükselebilir. Sevilen kimseye duyulan sevgi ve hayranlık gerçek kusursuzluklara ve özelliklere dayandırılamaz. Zaten çok seven kimse çoğu zaman sevdiğini yeteri kadar tanımaz.
Görüldüğü gibi, Schopenhauer, cinsiyetçi yaklaşımın bugün nefret edilen her öğesinin, her tezinin yenilmez savunucusu ve fikir babası sayılabilir. Kadınların haklarını kazanmaya başlıyor oluşu, kadın erkek eşitliğinin düşüncesi bile onu çileden çıkarmaya yetmektedir. Bu durumda annesi ile olan ilişkilerinin rol oynadığı söylenebilir. Aşk hakkındaki fikirlerinden bazıları yine kadınlara bakış açısından temellenir; ancak aşkın türün varoluş iradesinden tezahür etmesi ve bu irade üzerinden savunduğu fikirler, günümüzdeki cinsiyetçi ve kişileri metalaştıran bakış açısı da göz önünde bulundurulunca tartışmaya değerdir. Yine bu fikirler içinde her düzeyde çelişki bulmak mümkündür. Kadınların zihinsel kapasitesinin basit şeylerle sınırlı olduğunu anlatır, sonra çocuğun anasının zekasını aldığını söyler. Çocuk böyle bir kapasiteyi miras alıyorsa, kendisi nasıl büyük bir düşünür olabilmiştir? Yine Zihinsel açıdan uyuşmayan iki insanın mutsuz olacağını söylemesi, kadınların zihinsel ihtiyaç ve yeteneklerinin olmadığını defalarca vurgulamasıyla çelişir. Ayrıca türün mükemmelleşmeye yönelimi ve doğacak olanın mükemmelliği gibi konulardaki fikirleri, kendisinden sonra gelecek ırkçı görüşleri etkilemiş olabilir.
Bu tez, Schopenhauer’ın kadınlara, hayata bakışını ve daha önemlisi felsefesinin dinamiklerini anlamak için önemlidir.”
siteyi uzun süreden beri yaklaşık 2 senedir takip etmekteyim ilk defa yorum yazdım fakat uzun bir yorum yazdığımı sanmıştım. neyseki aldığımız cevapla durumu kurtardık.
************************************
Aniden oldu. Yorumun yaptı, ama yormadı.
Biz Türkler, biraz arabesk kaçacak ama doğuştan kaybedenler kulübüne üyeyiz.ah ulen ah batsın bu dünya..konuyla ilgili midir bilmem ama ölüme yakınlık ve beynin çalışma prensipleri hakkında değişik süreçleri birebir kendinde gözlemleyen ve yaşadıklarını iyi izah edebilecek düzeyde kültürlü bir bilim kadının başından geçenleri anlattığı (bilgi yaymaya değer)TED İdeas Worth isimli ABD kaynaklı bir internet sitesinde bir video izledim. beyin kanaması geçiren bu kadının başından geçen hikayeyi anlatırken dünya,madde,evren… algılarında meydana gelen değişimler bana inanılmaz geldi.eğer anlattıkları doğru ise insanı canlı cansız diğer varlıklardan ayıran ve ben algısı yaratan beynin sol küresinin devre dışı kaldığında insanın kendini herşeyle bütünleşik hissetmesi ve ben algısın yokoluş sürecinde yaşanan farklı hisler ilginç geldi bana. ve bu süreçte anlattığına göre (evrendeki herşeyle bir ve aynı) olunması muhteşem ve inanılmaz bir şey.yani ölüm bir son olmayabilir. izlediğim videonun linki: http://www.ted.com/talks/lang/eng/jill_bolte_taylor_s_powerful_stroke_of_insight.html
************************************************
Bu videoyu ilk olarak geçen sene izlemiştim. İzlediğimde ilk isteğim şey; kadının hissettiklerini deneyimleyebilmek olmuştu.
Keşke ülkemdeki herkes ben algısını yaratan sol küreyi aynı anda devre dışı bırakabilse ve saf biz enerjisi olsak hepimiz. Keşke…
size bakarak insan kendisini cahil hissediyor vesselam.üstad sizin bilmediğiniz veya ıskaladığınız bilgi alanları(mecraları) yok mudur?şimdi ne yazsam anında detaylı bir açıklama ile yanıt verilecek o yüzden pes ediyorum.çiçek abbas’ın şoför atışmasında hacamat ettiği şener şen gibi hissediyorum kendimi..
unun üzerine daha uzun süre yorum yazamam…
********************************************
Öğrendikçe cehaletimi fark ediyorum. Bilmediğim çok konu var.
Hadi ilgi-bilgi döngüsüne girelim.
hiç!
Yanarak hiçleşmeli bünye.
hiç olmak mümkün olmasa gerek pek. bilmiyorum, filozof olan sizsiniz nihayetinde
Bilgi aşkı olan herkes filozoftur. Bir gün hiç olmayı başardığımızda her şey olacağız.
buna pek katılmamakla birlikte, peki diyorum
Hayat sürpriz ve keşiflerle doludur.
öyledir muhtemelen. hayatın o yönünü bilmiyorum ben pek.
Düşünmek güzel bir başlangıç olabilir.
gerek yok bence
Bazı şeyleri gerekli olduğu için düşünmeyiz. Sadece düşünürüz. Düşünmek iyi seçilmiş fikirlerle gerçekleştiğinde bir lütuf olur.
istemiyorum yahu. zorla mı allah allah
Başladın bile.
öyleymiş
Hayretmiş adeta.
bizim galiba canımız çok sıkılıyor
biliyorum
Aha geçti işte.
( Ufka bakar, titrer. )
tüh, benimki geçmedi henüz
Zamana bırak, çünkü o sıkıntıyı yarattığı şekilde yok etmesini de bilir.
bu kulübün başkanı ben olabilir miyim lütfen?
Neden olmasın? Ya da neden olsun? İşte iki tane zor soru.
neden neden’lerle vakit harcayalım ki?
Çünkü vakit (zaman) her şeyi bilir.
ben balık bilir diye biliyordum
Balık hafızası olmadığı için her şeyi bilmek zorundadır.
Sanırım bu yüzden hafızası yok. 
balık olmak istiyorum!
Öyleyse iste zamandan. Hafızanda ne varsa süpürsün. İstersen zaman yardımcı olacaktır.
zaman pek bir çaresiz kaldı karşımda, yardım etmek isteyeceğini sanmıyorum pek.
yeni yazı yok mu bu arada? emrivaki olarak algılamassanız şayet, yepisyeni olabilir hatta. söz veriyorum 1 yorumdan fazlasını yazmayacağım
Bu gün yazdım fakat blogda paylaşmadığım bir yazı var. Face de paylaştım:
Yalan ve iftiralarla haksızlığa uğratılmış, zindanlara tıkılmış yüzlerce masum baba ve en çok özlem duyacakları yaşta, babaları vicdansız bir şekilde hayatlarından koparılmış olan çocuklar var bu ülkede.
Diğer yanda hiçbir şey olmamış gibi yaşayan baba ve çocuklar var… Tepkisiz, etkisiz…
En çok merak ettiğim ise bu iftiraları atan ve bu şeytanları destekleyen babalar ve onların çocukları. Onlar da aynı ülkedeler. Bu babalar evlerine dönünce çocuklarına ne diyorlar acaba? Bu insan müsveddeleri çocuklarına sarılıyorlar mıdır? Çocuklarıyla göz göze gelip itiraf edebiliyorlar mıdır: “İçimdeki kin ve nefretle senin de geleceğini kararttım çocuk. Artık bu ülkede adalet yok. Bilerek ve isteyerek adaleti kinime kurban ettim.”
Oysa adaletin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz. Kinin ve nefretin hüküm sürdüğü bir ülkede bedeli babalar değil çocukları öder. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenler, ne yazıktır ki o dokunmadıkları yılanın çocuklarını boğduğuna şahitlik edecekler.
Ülkemin insanları! Babalar gününü kutlamak çok kolay. Yüreği yeten baba varsa çocuğunun gözlerinin içine bakıp “Sana adaletin hüküm sürdüğü bir ülke emanet diyorum” desin.
Yorumlarda bir kısıtlama politikamız bulunmamaktadır.
pek sevdim politikanızı, merci

yazı yeni, içeriği evren kadar eski ne yazık ki
insan oldukları için değil ama, olamadıkları için üzüldüğüm büyük bir topluluk var bu ülkede.
üzüldüğüm değil utandığım olacaktı orası.
Ne yazık ki onların arasında nefes alıp veriyoruz. Üzülmek, utanmak nafile. Belki de en güzeli delirmektir.
Delirip huzur bulmalı ruhlar.
kesin çözüm bu sanırım …
İşe yarıyor. Denenmiştir.






bu hiyerarşinin neresindeyim diye düşündüm de…bir üst basamağa geri dönebiliyorum bazen. ağız tadıyla delirmek bile nasip olmuyor yahu bana
Delilerin hiyeyarşisi olmaz ve delilik hayatın kanatlarıdır.
anladığım kadarıyla delilik, deli gibi arzulanan şeydir bu zamanda…
İnsanlar sahip olmadığı şeyi arzularlar. Arzulama, delir.
( sık sık nefes alıp verir, titrer. )
emredersiniz komtanım, derhal deliriyorum
arzuluyorum, elimde değil…
Gelişmelere bakıldığında delirmiş olduğunuzu değerlendiriyorum.
Tebrikler. Güzelce delirdik işte. 
ahahaaaaaa ben de milli oldum sonunda, ben de
Bravo. (Aniden ayağa fırlar ve alkışlar. )


teşekkürler, siz olmasanız delirmem mümkün değildi. sağ olunuz, var olunuz
Rica ederim. ( Monitörü koklar, kılavyeyi ısırır )
ay yerim ya, ne tatlı şeysin sen öyle
Zamanla geçer.
zaman adına konuşmayınız lütfen
Denerim.
monitörü koklayıp, klavyeyi ısıran fare’ye dedim hem ben ne tatlısın diye
Fare şaşkın bir şekilde bakıyor şu an.
hoşuna gitmiştir muhtemelen, ondandır
Fare bu. Tam olarak hissettiklerini bilemiyoruz.
olsun, bunun ne önemi var ki zaten
kafanızı şişirdim, hakkınızı lütfen helal ediniz (ya da en azından deneyiniz)
hoşçakalınnn
ah unuttum, fareyi de çok öpüyor, kokluyor, mıncıklıyorum
Fare yine aynı durumda.
zamanla geçer
Zaman en bilge öğreticidir. Ona güveniyorum.
Ben bir erkek olarak bu filmi seyretmedim ve seyreden kızlardan ve erkeklerden nefret ediyorum evlenmeden cinsel ilişkiye girmek yasaktır allah bin belanızı versin siz cehennemde cayır cayır yanıp asit içerken ben cennette hurilerle olucam amk azgın köpekleri sizi diğer tarafta görüşelim tamammııı

Bir erkek olarak günümüz Türkiye’sinin primitif yaklaşımını nefis bir şekilde ortaya koyduğunuz için teşekkür ederim. İşte malzeme bu.
Yani yapacak hiçbir şey yok çünkü hiçbir güç cehaleti yenemez. Sadece entropi kanunu işler… Umarımı huri yerine Nuri’lerle karşılaşmazsınız.
) Son sözüm: Nefret zehri içip karşındakinin ölmesini beklemek gibidir.
ahahahaaaa çok güldüm yukarıdaki yoruma yahu.
yalnız böyle konuşanları (düşünenleri diyemedim zira) öte tarafta hadım edip kızlar ağası yapıyorlarmış, yanlış bilgi verilmiş kendilerine
Coğrafyanın bu kesiminde cahil kalabalık hızla çoğalarak yeryüzünü insan nesli için yaşanmaz bir hale getiriyor.
” Bir gün hiç olmayı başardığımızda her şey olacağız. ”

*************************************
Az kaldı.
*************************
Hiçlikte her şey olma yolunda hızla ilerliyoruz.
Afedersiniz. Ama bu yargıya nasıl ulaştınız? Hiçlik?
**********************************
Yargıdan ziyade bir tespit diyelim buna. Gözlemlemeyi seviyorum.