
Yasal Uyarı! : Biraz sonra okuyacağınız yazı aşırı derecede adaletsizlik içermektedir ve kalıcı zihin hasarına sebebiyet verebilir.
15 Nisan 2015 tarihinde Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Personel Daire Başkanlığı, Adalet Bakanlığı ve TBMM Adalet Komisyonu’na mektup yazıp yaşadıklarımla ilgili sorular sordum fakat henüz bir cevap almış değilim.
Deneyimlerimden öğrendiğim bu ülkede adalette çok büyük sıkıntılar olduğu fakat İlahi bir adaletin kendi dinamikleri içerisinde tecelli ettiğidir.
Bizim davanın (İstanbul Askeri Casusluk Davası) açılmasına sebep olan o dönemin Organize Suçlar Şube Müdürü Nazmi Ardıç 14 Şubat 2015 tarihinde gözaltına alındı. Ne ilginçtir ki; benim de ceza aldığım davada karar veren hakimler Metin Özçelik ve Mustafa Başer de 30 Nisan 2015 tarihinde bizi suçladıkları suçların aynısı ile tutuklandılar. En son davanın savcısı Celal Kara, Zekarya Öz ile önce Gürcistan, sonra Ermenistan ve ardından da Almanya’ya yol aldı.
Merak ediyorum, dünyada hakimleri ve polisleri hapishanede, savcısı da yurt dışında olan bir dava var mıdır? Ben böyle bir davanın olabileceğine inanmıyorum.
Yazdığım mektubu değerlendirme ve analizlerinize sunmak için belgeleriyle beraber yayınlıyorum.
Saygılarımla…
//////////////////////////////////////////Mektup/////////////////////////////////////////////
Ben Tamer KARSLIOĞLU, casuslukla suçlanan asker çocuğu bir subaydım.
Genelkurmay’ın basın açıklamasını okuduğum için bu satırları yazma gereği hissettim.
1 Nisan 2015 tarihindeki açıklama şu şekildeydi:
“Balyoz Planı davasında beraat kararına ilişkin, Türk Silahlı Kuvvetleri olarak; hukukun üstünlüğüne saygının gereği ve adil yargılanma ilkesi çerçevesinde, söz konusu yargılamanın hakkaniyete uygun neticeleneceğine olan inancımız sürekli olarak muhafaza edilmiş, verilen karar ile birlikte bu yöndeki inanç ve beklentilerimizin haklılığı ortaya çıkmıştır”
Yaptığımız suç duyuruları kapsamında, etkili ve süratli soruşturma yapılarak silah arkadaşlarımızı, ailelerini ve Türk Silahlı Kuvvetlerini derinden yaralayan kişilerin tespit edilerek, adil bir yargılama sonucunda hak ettikleri şekilde cezalandırılmaları beklenmektedir. Bu karar çerçevesinde, beraat eden personelimizin, ailelerinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının sevincini yürekten paylaşır, kendilerine sağlıklı ve mutlu günler temenni ederiz.”
Benim için bu açıklamayı anlamlandırabilecek tek bilgi, açıklamanın tarihidir. Çünkü bu açıklamayı yapan Genelkurmay ile, kumpas davalarının en aşağılı olan İstanbul Askeri Casusluk Davası’nda hakkımdaki iddiaların tasvir şeklini vahim bularak beni disiplinsizlik sebebiyle ordudan atan Genelkurmay’ın aynı olması insan aklına zarar bir durumdur.
25 Ekim 2010 tarihinde çıkar amaçlı suç örgütü üyesi olarak uyandığım günden Anayasa Mahkemesi’nin Ağır Anayasa İhlali kararı verdiği 2015 yılına kadar hukuksuzluklar ve adaletsizlik obur bir kemirgen gibi kemirdi tüm umutlarımı.
Her şeyimi aldılar. Geçmişimi, geleceğimi.
Tek bir şeyi almayı başaramadılar: Kelimelerimi.
İşte şimdi o kelimeleri kullanma zamanı…
Üzerime atılan suçları ne zaman, hangi yöntemle, hangi çıkar için ne maksatla ve nasıl işlediğimi açıklayamayan iddianameyi esas kabul edip vahim bularak, sicil amirlerime baskı ile düşük sicil verdirmek suretiyle beni Silahlı Kuvvetlerden atan yetkililere soruyorum: 1 Nisan tarihinde yaptığınız açıklamada samimi misiniz? Madem hukukun üstünlüğüne saygı duyuyordunuz ve söz konusu kumpas davalarının hakkaniyetle neticeleneceğini biliyordunuz beni neden attınız? Davanın sonuçlanması sonrasında suç duyurusu yapıyorsunuz. Peki Silahlı Kuvvetlerin içerisinde bu suça ortak olan, yardım eden, belge temin eden kişilerle ilgili olarak şu ana kadar ne yapıldı?
Yargılandığım davada hiçbir telefon kaydı, tape, para transferi, mail vs. hiçbir delil yoktu. Sadece kimin hazırladığı belli olmayan, şu an anlaşıldığı üzere üretilmiş, sözde iki adet word dokümanı vardı. Birinde benim adım, soyadım, rütbem yazılmış, ikincisinin de meta data bilgilerinde benim T.C. kimlik numaram var. İşin korkunç tarafı; bir word dokümanının meta datasında T.C. kimlik numarası olması için, kullanıcı adının T.C. kimlik numarası olması gerekmesi gerçeği. Silahlı Kuvvetler’de hemen hemen her çalışanın T.C. kimlik numarası kullanıcı adıdır. Fakat çalıştığım GES Komutanlığı istihbarat birimi olduğu için, istisnai olarak T.C. kimlik numarasının kullanıcı adım olduğu bilgisayarım yoktu. (Sanırım bu istisnai durumu suçu atanlar bilmiyordu.) Sorgudan sonra ilk iş, Genelkurmay GES Komutanlığı’ndan T.C. kimlik numaralı bilgisayarım olmadığını belgeledim. Fakat üzücü ve anlaşılmaz olan; böyle bir bilgisayar olmadığını kanıtlamama rağmen, olmayan bir kullanıcı adından yıllarca hapse mahkum edilmemdir. Başka bir bakış açısıyla; ben böyle bir bilgisayarım olmadığını dolayısıyla üzerime suç atılan dosyanın benle alakası olmadığını kanıtlamama rağmen hakimlerin bunu hiç dikkate almaması, bu davada adaletin asla var olmayacağını keşfettiğim andır. Diğer yandan dosyanın oluşturulma tarihinde Allah’ın bir inayeti olsa gerek izinliymişim ve bunu da daha sonra izin kağıdımla belgeledim. Korkutucu olan durum; bu dosyanın benimle ilişkilendirilemez olması, fakat böyle bir dosyanın emniyette var olmasıdır. Hep sordum; bu dosyayı kim hazırladı? Seneler önce sorduğum bu soruların hala cevabını almış değilim. Son zamanlarda devlet büyüklerimiz aldatılmışız diyorlar fakat hala bu kumpasları kimin kurduğu apaçık ortadayken Silahlı Kuvvetlerdeki uzantılarını araştıran da yok. Ne garip! Diğer yandan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ paşamın emriyle Balyoz için bilirkişi raporu yazmış, sayısını hatırlamadığım kurs ve seminere katılmış, Siber Güvenlik konularında senelerce çalışmış, uluslar arası sertifikalara sahip ve istihbarat biriminde yıllarca görev yapmış olmama rağmen, üretilmiş dosya üzerinde kendimi ihbar etmek istermişçesine adımı, soy adımı, rütbemi yazmış olmam düşüncesi bile aklıma ve zekama küfür niteliğindedir. Her yönüyle dökülen, mesnetsiz ve delilsiz böyle saçma suçlamalara kim, nasıl inanır? İşte süreç içerisinde cevabını öğrenebildiğim tek soru bu olmuştur.
Görev yaptığım kısımdaki tüm bilgisayarın kopyaları alınmıştı. Üç adet kameralı turnikeyle içeri girilebilen ve çalışma odamızın içinde dahi kamera bulunan bir yerde her şey rahatça araştırılıp eğer bir suç varsa anında tespit etme imkanı varken neden Silahlı Kuvvetler tarafından hiçbir araştırma yapma gereği duyulmamıştır? Emniyetin yaptığı teknik araştırmalarda ise şahsımla ilgili hiç suç unsuruna rastlanamamış olmasını ve bunun da raporlara yazılmış olması nasıl değerlendirilebilir? Yakın tarihimizde, savunmasını yaparken; “üzerime atılan suçlarla ilgili dijital verileri bana verdiğiniz takdirde, bu dijitalleri incelemek suretiyle size gerçek suçluları bulacağımı garanti ediyorum.” diyen bir sanık olmuş mudur? Dijital veriler üretebilirsiniz ama karda yürüdüğünüzde iz kalır. Hayatı bu izleri araştırmakla geçmiş bir insanın, manipüle edilmiş dijitallerle mahkum edilmesi de evrenin beni sınama şekli olsa gerek.
Ana davada tutuksuz yargılanırken iftiralar bitmedi. Çocuk ve hayvan pornosu gibi inanılmaz derecede aşağılık suçlamalara maruz kaldım. Bir DVD de hayvan pornosu var dediler. Oysa evim aranırken polislerden CD ve DVD’lerin kopyalarını almalarını istemiştim. “İleride evimde olmayan bir şeyi karşıma çıkartmayın lütfen, bunların kopyalarını alın” dedim. Fakat teknik yetersizlik bahane edilerek talebimin yerine getirilmeyeceği ifade edilmiştir. Bu durumu tutanaklara yazmalarını istediğimde kabul etmeleri ise, sanırım tarihe not düşme imkanımın olması içindi. Neyse ki ülkemde hala helal süt emmiş, dürüst hakimler de var. Ankara’daki vicdan sahibi sayın Hakim daha ilk celsede hayvan pornosu olan DVD ile ilgili savunmamı yaptığımda her şeyi anladı ve “şahsımın itibarını zedelemek maksadıyla aşağılayıcı bir suçla suçlamak isteyen kötü niyetli kişi ya da KURUMLARIN bu DVD’yi koymuş olabileceğini” yazarak Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir KURUMUN bu tür yasa dışı delil üretme çabasını ortaya koyarak BERAAT kararı verdi. Zaten bu karardan sonraki ana dava savunmamın ardından bir sabah Hürriyet gazetesinin manşetinde buldum kendimi.
( http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21116438.asp ) O dönemde bu tür yazıları yazabilecek onurlu gazeteciler olması da Türk Milleti için umuttur ve umudun gücü her şeye yeter.
Diğer yandan ana davada sözde örgüt yöneticisinin evinde bulunan (daha sonradan örgüt yöneticisinin evi olmadığı ortaya çıkmıştır.) ve içinden örgüt çıkan bir flash diskte (aynı seri numarasıyla başka bir flash disk emniyetin emanetinde olduğu anlaşılmıştır.) benim adım olduğu iddia edilen klasörde çocuk pornosu ile ilgili suçlandım. Neyse ki başka bir dürüst hakim bu dosyanın benimle alakasının kurulamayacağını ifade iddianameyi iade etti ve savcı da “Kovuşturmaya Yer Yoktur” kararı verdi. Bu karar aslında her şeyi alt üst eden ve tüm davayı mesnedinden koparan bir durum oluşturmuştu. Aynı flash diskten çıktığı iddia edilen ve defalarca mahkemeden istememe rağmen tarafıma verilmeyen bu belgelerle bir mahkeme ilişki kuramayarak Kovuşturmaya Yer Yoktur kararı verirken, Özel Yetkili Mahkeme yıllarca hapsimi istedi. Kısaca iki mahkeme, aynı flash disk için tam tersi iki karar verdi. Böyle bir durumun hukukun üstün olduğu iddia edilen Dünya üzerindeki herhangi başka bir ülkede olma ihtimali mevcut mudur merak ediyorum.
Bu arada Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne 3 Ağustos 2012 tarihinde (5035 sayılı) hakkımda soru önergesi verilerek “kötü niyetli kurum ve kişilerin kimler olduğunun sorulduğunu” tesadüf eseri öğrendim. Bu sorunun cevabını da henüz almış değilim.
Belki de buradaki en büyük hata, Genelkurmay’ın bu olayları benim başıma gelmiş zannediyor olmasıdır. Zira üzerime atılan suçlarla hiçbir alakam olmadığı gün gibi açıkken aslında hedef alınan silahlı kuvvetler ve onun personelidir.
Yaşadıklarımdan sonra Özel Yetkili Mahkemeler’in, delilleri sunan polislerin, davayı açan savcıların ve hakimlerin aslında adaleti temsil etmediğini, gerçekte bu kişilerin adaletin intihar teşebbüsü olduklarını anladım. Adalet maskesiyle adaletsizlik yaparak hukuku iğfal eden ruhu alınmış insanlar hiç de az değilmiş ülkemde. Kendilerine hedef seçtikleri isimleri yok etmek için bir araya gelmiş, örgüt suçlaması yapan fakat kendileri örgüt olan, delil üreten, ihbar üreten, insanlığını kaybetmiş kötü ruhlu bu varlıklar hukukun kılıcıyla toplu katliam yapıyorlardı. Hukuksuzluğun çığırından çıktığı o dönemlerde hukuka saygı söyleminin arkasına saklananlara soruyorum şimdi: Bu muydu saygı duyduğunuz hukuk?
Askeri istihbarat birimi olan GES komutanlığında, sadece GES komutanı ve benle beraber çalışan beş kişinin içeriye girme yetkisi olan özel bir kısımda görev yapıyordum. Silahlı Kuvvetler’in Siber Güvenlik konusundaki çalışmaları, bilgi güvenliği ve kripto çözmekle görevlendirilmiş kısım amirliği görevime davadan sonra da devam ettim. Kısmımızda kendi geliştirdiğimiz yazılımlar üzerinden tamamı ile milli projeler gerçekleştiriyorduk.
Beşiktaş Adliyesi’ndeki sorgu esnasında sözde örgüt üyeleri ile ilk defa tanışma imkanım olmuştu. Sorgudan önceki gün etrafıma bakıyor ve tanıdık kimse görememenin verdiği derin yalnızlığa üzülürken bu nasıl bir örgüt diye düşünüyordum. Ortam, herkesin aynı anda yaşadığı ortak bir halüsinasyonu andırıyordu. O an için tek düşüncem örgüt suçlaması ile bir araya getirilmiş insanların mutlaka bir ortak yönü olması gerektiğiydi. Tanıştığım insanlara hangi birlik ve görevden olduklarını sorduğumda, birkaç saat içerisinde ortak noktayı bulmayı başarmıştım. Tanıştığım herkes Tübitak’ın kriptoloji projeleri dahil, silahlı kuvvetlerin MİLLİ PROJELERİNDE görev alan insanlardı. Fakat asla anlayamadığım durum; benim sohbet esnasında birkaç saat içerisinde ulaştığım sonuca Genelkurmay yetkililerinin yıllarca ulaşamamış olmasıdır. Sorgudan sonra tutuksuz yargılanma kararıyla görevime döndüğümde o dönemin GES Komutanı Mustafa KÜÇÜKAYAN paşamdan derhal askeri savcının gelerek üzerimize atılan suçlamalarla ilgili soruşturma başlatmasını talep etmiştim. Zira amiri olduğum kısımda iki deniz astsubayım da aynı davada benzer mesnetsiz suçlamalara maruz kalmışlardı. Ülkenin bekasını ilgilendiren bir konuda casusluk gibi ciddi bir iddia ile suçlanmış bir kısımda ilk önce Genelkurmay’ın tepki göstermesi gerektiğine inanıyordum. Benim için şaşırtıcı olan; soruşturma isteğimizin, Genelkurmay tarafından davaya müdahil olmama sebebiyle kabul edilmemiş olmasıdır. Kendisi de başka bir davada mağdur olan Genelkurmay İstihbarat başkanı İsmail Hakkı Pekin generalim dahil olmak üzere sıralı amirlerimizin bize söylediği şey ise: “Sizin suçsuz olduğunuzu biliyoruz. Çalışmaya devam edin.” olmuştur.
Belli bir süre sonra Silahlı Kuvvetlerin kritik birimlerinde kadro değişiklikleri olmaya başladı. Mustafa KÜÇÜKAYAN paşam görevden ayrıldı, İsmail Hakkı Pekin paşam ve o dönemde Genelkurmay Başkanı olan İlker Başbuğ paşam hapse girdi. Tarihin utanç sayfalarını yazdığı bu dönemde yeni GES komutanı Müjdat Uzun general olmuş, Genelkurmay İstihbarat başkanı ve Genelkurmay Başkanı değişmişti. Bizim suçsuz olduğumuzu bilen komutanlarımız görevlerinden alındıktan sonra yeni gelen komutanlarımız ne oldu da bizim suçlu olduğumuza kanaat getirdiler bilmiyorum? Kurumlar kişilere kaim değildir. Hafızası olmayan kurumlar ise çökmeye mahkumdur. Yeni komutanlarımızın göreve gelmesinden belli bir süre sonra bir gün şube müdürüm Albay Cem Üstünel beni yanına çağırarak; Kara Kuvvetleri’nden bir ekibin kendisinden bana düşük sicil vermelerini istediğini ifade etti. Aynı talep GES komutanı Erkan Başkanı Erhan Sürüm Albayıma da yapılmıştır. Aslında bu durum bariz bir şekilde kanuna da aykırı değil midir? Davası devam eden bir subay için neden sicil amirlerine baskı yapılır? Böyle bir baskı yapılabilir mi? Ne mutlu ki, Silahlı Kuvvetlerin bu onurlu ve kişilik sahibi komutanları benimle ilgili, “düşük sicil verecek bir durum olmadığını” söyleyerek baskılara boyun eğmemişlerdir. Ancak Kara Kuvvetleri Personel Daire Başkanlığı, GES Komutanlığı’ndaki sicil amirlerime uyguladığı baskılarına yanıt alamayınca aniden tayinimi Kara Kuvvetleri Lojistik Komutanlığı’na çıkartmışlardır. Yeni görev yerimde çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra da artık GES Komutanlığı da MİT’e devredilmiş ve devirden önce amiri olduğum kısım ise lağvedilmiştir. Böylece yıllarca terörle mücadele, kripto çözme, siber güvenlik gibi konularda çalışma yapmış olduğumuz ve milli projeler ürettiğimiz kısma, yeni kadronun yönetimindeki Silahlı kuvvetlerin ihtiyacı olmadığını öğrenmiş oldum. Bir amiri silahlı kuvvetlerden atabilirsiniz, personelini de sürebilirsiniz, fakat kısmın neden lağvedildiğini nasıl açıklayabilirsiniz? Bir bölük komutanı görevden alınıp silahlı kuvvetlerden atıldığında bölük lağvedilir mi? Yoksa yerine başka bir bölük komutanı mı görevlendirilir?
Lojistik komutanlığındaki görev yerimde çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra neden bu komutanlığa tayin edildiğimi anladım. Çünkü Lojistik Komutanlığı’nda beni tanımadan ve durumumu bilmeden düşük sicil verebilecek üniformalı insanlar varmış. Sicil amirim olan Albay Cumhur Cidal bana, “eğer istifa edersem Komutanların benim için hayırlı olacağını söylediklerini” ifade etti. Benim bu konuşmadan anladığım; eğer istifa etmez isem Silahlı Kuvvetlerden atılacağım olmuştur. Bir insanın uğrayabileceği haksızlıkların sınırı olmadığını ve vicdanını yitirmiş insanların bulunduğu bir ortamda kötülüklerin sonsuzluğa uzanabileceğini de o konuşmada öğrendim. 14 yaşında bir elimi silaha bir elimi de silah arkadaşımın omzuna koyarak vatan için seve seve canımı feda edeceğime yemin ettiğim kurum tüm yaşam paradigmamla beraber yerle bir olmuştu. Baskılara boyun eğdiğim için değil, kuruma olan inancım yok olduğu için istifa dilekçemi verdim. Silahlı Kuvvetler cezalandırmakta tereddüt etmediği “askerlikten soğutma” suçunu kurumsal olarak işleyebilir mi? Fakat istifa dilekçesi vermiş olmama rağmen ve davam devam ederken diğer sanıklardan hiç atılan olmamasına karşın garip bir şekilde “silahlı kuvvetlerde kalması uygun değildir” kararıyla disiplinsizlik sebebiyle TSK’dan aniden ilişkim kesildi. Suçsuz yere Silahlı Kuvvetlerden atılmanın bir subay için ne anlama geldiğini artık biliyorum. Özellikle de silah arkadaşı olarak gördüğüm insanlar tarafından bu duruma maruz bırakılmanın ne demek olduğunu da öğrendim. İşte bu bildiklerime biçim verebilsem, uğradığım haksızlıklardan dünyanın en büyük adaletsizlik anıtını yaratabilirim.
Atılmamı onaylayan üçlü kararnamede disiplinsizlik sebebiyle atıldığım yazmasına rağmen hiçbir disiplinsizlik cezam olmaması korkunç bir çelişki değil midir? 69 adet takdir/ödül/şerit rozet vs. almış ve bir tek dahi cezam olmadan neden silahlı kuvvetlerden atıldığımı anlayamıyorum. Çünkü Bilgi Edinme Kanunu gereği neden atıldığımı sorduğumda, tarafıma verilen cevabı hala kavrayabilmiş değilim. Zira cevapta; Genelkurmayın 1 Nisan 2015 tarihinde yaptığı basın açıklamasının tam tersi ifadeler yer alıyordu. Bilgilendirme evrakındaki; “İstanbul Askeri Casusluk davası kapsamında iddianamedeki eylemlerin, tasvir şekline ve toplanan DELİLLERE göre nitelik ve nicelik olarak vahim olduğu, bu bağlamda statüm itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğimi yitirdiğim, bu durum karşısında kamu hizmetinde istihdam edilmemin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği” yazısını okuduğumda sırtıma saplanan hançerin acısı hala tazeliğini koruyor. Şahsım hakkında aynı el yazısıyla yazılmış, aynı cümlenin, üç sicil amiri tarafından imzalanmış olması ise hançerden sonra sırtıma saplanan mızrak olmuştur. Beynime dövme yaptığım; “Subay Sicil Yönetmeliği’nin 91’inci maddesinin (e) fıkrası gereğince, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunması nedeniyle; SİLAHLI KUVVETLERDE KALMASI UYGUN DEĞİLDİR.” cümlesini okuduğumda ahlaksızlığın organize şekilde yapılabileceğini de öğrenmiş oldum. Bence dünyanın en büyük ahlaksızlığı, bir insanın ahlaksızlığını ortaya koymadan o insana ahlaksız yaftası yapıştırmaktır. Şimdi cevap vermeyen ahlaksızdır diyerek soruyorum: AHLAK DIŞI HAREKETLERİM NELERDİR? Eğer bana bir tane ahlak dışı davranışımı gösterebilirseniz kendimi öldüreceğime yemin ederim. Gösteremediğiniz takdirde ise bunu bana yapanların sonsuza kadar bu veballe yaşamasını dilerim. Tüm bu haksızlıkların yanı sıra sicil belgesinin kapağındaki tarihler bile ibret niteliğindedir. Çünkü kapakta; Birliğe katılış tarihim: 21.11.2011 ayrılma tarihim ise 30.11.2011 olarak yazılmış. Yani sicil amirlerim 9 gün içerisinde, hatta bir kısmı daha beni görmeden hakkımda kanaat edinebilmişler. Bu süreçte kurumumun bana yaşattıklarını akla atılan bir bomba gibi görüyorum. Yıllarca kripto çözmek için çabalar sarf etmiş ve başarı elde etmiş olmama rağmen bu durumun kriptosunu hala çözebilmiş değilim.
Genelkurmay’ın vahim bulduğu iddianamedeki suçlamalarla ilgili belgeleri Özel Yetkili Mahkemeden defalarca istememe rağmen, vermediler. Neyle suçlandığını bilmeden kendini savunabilecek bir insan var mıdır bu dünyada? İddianame casusluk, fuhuş, şantaj vs gibi saçma sapan 4 adi suçla başladı fakat dava devam ederken karar aşamasında tüm kurgu çöktü ve geriye sadece biri kaldı. Dava boyunca bir tane bile bilirkişiye gidilmedi. Suçsuzluğumu belgeleriyle ve tutarsızlıklarıyla kanıtlamama rağmen hiçbir başvurum ve beyanım kabul edilmedi. Yaratılan örgütte tek karacı subay olarak Silahlı Kuvvetlerden ben atıldım ve diğer Deniz Kuvvetleri personeli görevine devam etti. Adalette eşitlik ilkesi esastır. Madem Genelkurmay iddianameyi vahim buldu neden diğer sözde örgüt üyelerini atmadı da bir tek beni attı? Yoksa Deniz Kuvvetleri başka bir Silahlı Kuvvetlere mi bağlı? 1 Nisan tarihli basın açıklamasında; “… yargılamanın hakkaniyete uygun neticeleneceğine olan inancımız sürekli olarak muhafaza edilmiş, verilen karar ile birlikte bu yöndeki inanç ve beklentilerimizin haklılığı ortaya çıkmıştır.” diyenlerle, İstanbul Askeri Casusluk davasının iddianamesini vahim bulanlar nasıl olur da aynı akılda olabilir?
Belki askeri mahkemelerde adalet vardır düşüncesiyle ilişkimin kesilmesiyle ilgili uğradığım hukuksuzluk ve haksızlıklar sonucunda Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne (AYİM) dava açtım. Askeri Savcı atılmamın uygun olmadığı şeklinde mütalaada bulunmasına rağmen mahkeme Türk Milleti Adına; atılmama OYBİRLİĞİ ile karar vermiştir. Bu gün Balyoz davasında ailelerin mutluluğunu paylaşan Genelkurmayın o gün AYİM’in oybirliği ile Silahlı Kuvvetlerden atılmama mutlu olup olmadığını ciddi şekilde merak ediyorum. Soruyorum Lojistik komutanlığında şahsıma düşük sicil veren üniformalılara: siz de mutlu musunuz? AYİM de gözlerine bakarak “bana ahlaksızlığımı, disiplinsizliğimi söyleyin” diye haykırdığım ve hiçbir cevap alamadığım beş hakim, ya siz! Mutlu musunuz? Kara Kuvvetleri Personel Daire Başkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, MİT (Eski GES Komutanlığı) mutlu musunuz? Sizi bilmiyorum ama ben mutluyum. Çünkü kumpas davaları boyunca izlediğiniz bu tutumun utancına asla ortak olmayacağım. Beni organize bir şekilde silahlı kuvvetlerden attığınız için size şükranlarımı sunuyorum.
İşte tüm bu gelişmelerden sonra Yargıtay da durum anlaşılır umuduyla bekledim. Fakat ünlü Yargıtay 9. Ağır Ceza Mahkemesi tüm cezaları alelacele onadı. Oysa Yargıtay Başsavcılığı şahsım ile ilgili olarak; “ortada delil yok ve kanunen benle ilişkilendirilebilecek hiçbir şey yokken beraat verilmesi gereken kişiye ceza vermek hukuka aykırıdır.” yazmıştı değerlendirmesinde. Anlayacağınız suçumun ne olduğunu bilmeden, konuyla hiç bir alakam olmadan sadece üretilmiş dijital dokümanlar üzerinden 7 yıl 4 ay hapis cezam onanmış oldu. Silahlı Kuvvetler ise zaten beni çoktan atmıştı.
Aslında ceza alan ben değilim. Ben sadece basit bir istatistiğim. Yüce Türk Milleti adına verilen bu kararla; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bu ülkede yaşayan herkesin kendisi ile bir alaka kurulamasa dahi, bir dokümanda adı yazdığı için senelerce hapis cezası verilebileceği onaylanmıştır. Aslında bu karardan itibaren ülkede yaşayan hiç kimsenin adaletin ve hukukun güvenirliğinden bahsetmesi mümkün değildir. Fakat insan çok garip bir varlık. Özellikle bu coğrafyada yaşayanlar. Kendi başına gelene kadar hiçbir olayı sorgulamamak gibi ilginç bir alışkanlığımız var. Oysa Platon’un dediği gibi “Sorgulanmayan bir hayat, hayat değildir!” Sorguluyorum ve şu an kumpas davaları esnasında hukuka saygı maskesiyle silah arkadaşları hapislere atılırken seyirci kalanların rüzgar yön değiştirdiğinde suç duyuruları, basın açıklamaları yapmalarını idrak edemiyorum.
Dediğim gibi: Her şeyimi aldılar. Geçmişimi, geleceğimi…
Tek bir şeyi almayı başaramadılar: Kelimelerimi…
Ve ben inanıyorum ki;
İçimizden geçen düşünceler kelimelere dönüştüğünde sonsuzluğa uzanırlar.
Zaman içerisinde karşılaştıkları her insanla reaksiyona girerler ve farklı bir enerji haline dönüşürler.
Bence bir kaç cümle bile insan zihninde sarsıcı değişimlere sebep olabilir.
Evet, kelimeler aslında tüm evreni değiştiren enerji parçacıklarıdır.
O kelimeler ki fikirlerin yapı taşıdır.
Sağlam bir fikir ise saf enerjidir.
Diğer insanlar tarafından özümsendiğinde daha büyük enerjileri tetikleyen kıvılcım olurlar.
Bu kıvılcım deneyime dönüştüğünde ise evren değişir.
İşte şimdi evreni değiştirme zamanı!
Andolsun ki beni kimlerin, ne maksatla Silahlı kuvvetlerden attığını ve amiri olduğum kısmın neden lağvedildiğini hayatım pahasına olsa da öğreneceğim.
Sayın Genelkurmay yetkilileri!
1 Nisan’da yapmış olduğunuz basın açıklamasıyla; Adil yargılanma ilkesi çerçevesinde, Balyoz davasında yargılamanın hakkaniyete uygun neticeleneceğine olan inancınızı sürekli olarak muhafaza etmişsiniz. Acaba benim yaşadığım bu hukuksuzluklarla bahsettiğiniz inancı nasıl bağdaştırıyorsunuz?
Cevaplamak için yürek yeter mi bilmiyorum fakat yine de sormak istiyorum:
Beni Silahlı kuvvetlerden atmanız ve amiri olduğum kısmı lağvetmeniz hangi kişi, kurum ve ülkelerin işine yaramıştır?
Beni Silahlı Kuvvetlerden neden attınız? Disiplinsizliğim ve ahlaksızlıklarımı bana açıklayabilir misiniz?
Yüksek Mahkemenin ağır anayasa ihlali kararı verdiği davanın iddianamesini hala vahim buluyor musunuz?
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı verdiği bir davanın iddianamesini kimler nasıl vahim bulabilmiştir?
Neden davada 43 sanık varken bir tek subay ben atıldım?
İhlal kararı değerlendirdiğinde, vahim bulunarak atıldığım iddianamenin çökmüş olduğu anlaşılıyor mu?
Silahlı Kuvvetlerde GES komutanlığında kritik görevlerde bulunduğum kısım 10 sene boyunca gerekliydi de, Silahlı kuvvetlerindeki kadro değişikliklerinden sonra mı gereksiz bulundu? Bu kısım neden yok edildi?
GES’in MİT’e devredilmesi ile suçlandığımız İstanbul Askeri Casusluk davasının bir ilişkisi olabilir mi?
GES MİT’e devredildikten sonra askeri istihbaratta bir zafiyet yaşandı mı? Uludere faciası ve düşen uçaklarımızın bu devir ile bir ilişkisi olabilir mi?
Şahsıma düşük sicil veren komutanların bu sicili nasıl verdiklerini açıklayabilir misiniz? Onlara bu sicili nasıl verdiklerini gözlerinin içine bakarak sorabilir misiniz?
Onlara kim baskı yaptı, nasıl ve neden bu baskı yapıldı? Kim bunlar? Bu baskıya neden seyirci kalındı?
AYİM’in savcısı aksi mütalaa vermesine rağmen beş hakim neye dayanarak Silahlı Kuvvetlerden ilişkimin kesilmesini oybirliği ile onayladı?
Silahlı kuvvetlerden atılma sürecim ve amiri olduğum kısmın yok edilmiş olması göz önüne alındığında; bu faaliyetlerin arkasında devletin bekasını ciddi derecede tehdit eden paralel bir yapı olabilir mi? Bu yapının büyük bir kısmının Askeri Yargıya sızmış olma ihtimali var mıdır?
Diğer kumpas davalarına da bakıldığında Silahlı Kuvvetlerin bünyesinde halen paralel yapı mensubu kişiler olduğu düşünülüyor mu? Düşünülüyor ise bu yapıyı tespit etmek için bir faaliyette bulunuluyor mu?
Silahlı Kuvvetlerin kanını emen ve ülkenin tüm değerlerini yerle bir etmek için organize ve gizli bir şekilde faaliyet gösteren paralel yapıya ulaşmak için yeterli azim ve kararlılık var mı?
Sorduğum soruların cevapları verilmediği takdirde ne düşünülmeli? Bu soruların cevapsız kalması kabul edilebilir mi?
Yazdığım her satırın bilgi ve belgeleri bende olduğu kadar kurum ve mahkemeler de mevcuttur. Her ihtimale karşı gerekli belgeleri eklerde sunuyorum. İsmi geçen herkes hala hayattadır. Tek mesele yetkili ve sorumluların ne yapmak istiyor olduğudur. Bunu da zaman gösterecektir.
Şahsi kanaatim odur ki: Bir ordu savaşı silahla değil, ancak silah arkadaşlığının gücüyle kazanabilir.
Türk Milleti adına mahkum edildim ve silahlı kuvvetlerden atıldım.
Türk Milletine hakkım helal olsun. Hayatım pahasına seve seve canımı feda edeceğime dair ettiğim yeminim ben ölünceye kadar bakidir. Ancak millet adına bu kararları alanlara ve bu süreçte yetkili ve sorumlu olmasına rağmen sessiz ve etkisiz kalanlara hakkımı helal etmiyorum.
Diyeceğim son söz: “Ağaç baltanın kendini kesmesini anlayabilir, fakat canını yakan sapının kendinden olmasıdır.”
Saygılarımla.
Tamer KARSLIOĞLU
//////////////////////////////////////////Mektup/////////////////////////////////////////////
Mektubu ilgili birimlere göndermemin üzerinden bir aydan fazla vakit geçmiş ve 3 Mayıs 2015 tarihinde soruların çok az bir kısmı Hurriyet’in manşetinde (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28901249.asp ) yer almasına rağmen hala cevap alamamış olmanın üzüntüsü içerisindeyim.
Neyin söylendiği değil fakat kimin söylediğine odaklanılan bir ortamda yaşamanın tüm zorluklarını derinden hissediyorum. Böyle bir ortamda hayal gücünün dahi sınırlarını aşarak komplo teorileri üreten, inanmak istediği şeye körü körüne inanarak sorgulamayı ve gerçeklere ulaşmayı reddeden kesin inançlı beyinlerin söylemlerine engel olmanın imkansız olduğunu, beş sene önce davada haksız yere suçlandığımda TÜM gazetelerde çarşaf çarşaf yazılarda linç edilirken tanık olmuştum.
Her şeye rağmen başımdan geçenlerle ilgili olarak bilgi vermeyi bir vatandaşlık görevi olduğunu düşünüyorum. Zira yaşadıklarım, adalet olmadığı takdirde bu ülkedeki başka herhangi bir vatandaşın başına da rahatlıklar gelebilir. Bence insanca bir yaşam ve huzurlu bir gelecek için en büyük ihtiyacımız ADALETTİR.
Türk Milleti adına kararlar alınarak cezalandırıldım ve ordudan atıldım. Türk Milleti kendi adına alınan bu kararlardan haberdar mı? Yaşadığım olayların kesinlikle siyaset üstü olduğu ve siyasete malzeme yapılamayacak kadar tüm vatandaşları ilgilendirdiği düşüncesindeyim.
Mektubuma cevap alamadığım için internetten bulabildiğim tüm gazete yazarlarını bilgilendirdim. Bu süreçte şu ana kadar ilk önce Hürriyet Gazetesi, ardından Ulusal Kanal, Sözcü Gazetesi ,Star Gazetesi, Cumhuriyet Gazetsi ve İnternethaber, durumu haber yapma lütfu göstermiştir. Medyatik olmamak için elimden geleni yapacağım. Umarım sağduyu sahibi okuyucular şahsımın hiçbir önemi olmadığını, fakat bir vatandaş olarak yaşadığım adaletsizliklerin sadece beni değil tüm vatandaşları ilgilendirdiği gerçeğine odaklanır.
Ordudan atıldıktan sonra 8 ay kadar bohem bir hayat yaşadım. 8 ay sonra yaşımı doldurduğum için emeklilik hakkını kazandım. Birkaç ay sonra ise sabıkalı olmama rağmen bir şirkette Bölge Müdürü olarak işe girme imkanım oldu. Umudumu hiç kaybetmedim. Fakat bir sene sonra ünlü Yargıtay 9. Ceza Mahkemesi kararı onadı. ( Şu an bu mahkeme de onama işlemi yapanlar dağıtılmış durumdadır.) İşte hayatımın dönüm noktalarından birini de o an yaşadım.
Bence adaletten kaçan insan namussuzdur fakat adaletsizliğe ( Düşmana) teslim olmak da mantıksızdır. Cezam onandıktan sonra kararımı verdim ve yıllarca susçsuzluğumu kanıtlayıp haykırmama rağmen cezalandırılan ve hatta kendi kurumu tarafından meslekten men edilmiş bir insan olarak ülkeyi terk etmek için turist pasaportuyla vize başvurusu yaptım. İmkanım olsa bırakın ülkeyi gezegeni bile terk edecek ruh haliyle verilmiş bir karardı bu. Gidebilecek tek yerim vardı o da oğlumun yanı. Oğlum dört sene önce eski eşimin öğretim görevlisi olarak görevlendirilmesi sebebiyle ABD’ye annesiyle beraber gitmek durumunda kalmış ve eğitimine orada devam ediyordu. Ceza kararım onandıktan sonra, yakalama kararı çıkmadan önce oğlum orada olduğu için 15-20 gün içerisinde vizem onaylandı ve ABD’ye gittim. Vize sürem 6 aydı. 6 Ay oğlumun yanında kaldıktan sonra vize sürem dolunca bir evin alt katında bir oda kiraladım ve 7 ay o odada fotosentez yaparak yaşadım. Yabancı bir ülkede kaçak olarak yaşamanın ne demek olduğunu satırlara sığdıramayacağım için ayrıntıları ifade edemiyorum. Böylece bir yıl boyunca özel şirkette çalışarak edindiğim kazanımlarım ve emekli ikramiyemi de çoktan tüketmiş oldum. Neyse ki Anayasa Mahkemesi (AYM) bir sene bir ay sonra davamızın hukuksuz olduğunu görerek Anayasa İhlali kararı verdi ve yakalama kararım düştü. Ülkeye geri döndüm. ABD’den geri dönüş esnasında uçağa binmeden yapılan pasaport kontrolünde vize sürem dolduğu için yetkililer vizemi orada iptal ederek bir daha ABD’ye giremeyeceğimi ifade ettiler. Oğlumu da ABD’de görme şansım bu şekilde elimden alınmış oldu.
Şu an elimde kalan tek şey kelimelerimdir ve ben yaşadığım sürece var olacaklar…
Yazarken ifade ettiğim gerçekler hakkındaki belgeleri aşağıda sunuyorum:
Bunları da okumak isteyebilirsiniz:
"Geçmişimi de, geleceğimi de elimden aldılar." İşte bu sözlerle özetledi alt üst edilen hayatını, Es...
Özgürlük Kahramanlığına Halim Kalmadı / Nihat Genç, OdaTV, Tamer Karslıoğlu, oyumben
Genelkurmay’a sorular Yarbay Tamer Karslıoğlu, uyduruk savlarla casusluk yaptığı gerekçesiyle soruş...
7 Cevaplar Kime:“Sözde CASUSUN Manifestosu!…”
kelimelerin bittiği yer. Ama biz kazanacağız. Adalet er ya da geç yerini bulacak Tamercan ….
************************************************
Zafer gerçeklerin olsun. ADALET hepimizi korusun.
Sadece ADALET diye haykırıyorum. Hepimizi için ADALET, Onurlu bir yaşam için ADALET!…
Seni tanıdığımda verdiğim ilk hüküm haklılığındı, o gün bugün değişmedi. Güneşin altında hiç bir şey gizli kalmaz. Bir gün adalet tecelli eder. Geç tecelli eden adaletin de hakkını kimden arayacağız?
Yolun açık, yol açık Tamer 
Kendi 12 eylül yurt dışı deneyimi mi de anımsadım. Biraz muzip biraz hüzün bolca “iyi ki” hislerini yaşadım.Aradan otuz, kırk yıl falan geçince yaşananlara bakış çok değişiyor. İçinden geçerken çekilen acı ve sıkıntıyı anlayabilirim. Yaşamın bundan sonrası senden alınmış falan değil. Kimse senden yaşamını çalamaz. İzin vermezsen eğer. Sadece yolun bundan sonrasında başka bir sapağa giriyorsun. İnan bana bu çok daha ilginç olabilir. Sen donanımlı ve çok zeki birisin.Hiç de pes edecek bir yapın yok.Ordu sana dardı mevcut yapısıyla sen de takdir edersin ki. O nedenle yürü be koçum, kim tutar seni. Seninle bir yirmi yıl sonra gene Livada oturup ortamı kahkahaya boğacağız, anıların üstünden geçerek.Bedenim bu dünyada olmasa da ruhum orada olacak
*********************************
Hayat yaşarken bir trajedi gibi ama yaşandıktan sonra tam bir komedi olduğunu anlıyor insan ve ben yürümeye devam ediyorum.

Hep gülmeliyiz, her şeye rağmen gülmeliyiz çünkü gülmek en coşkulu eylemdir.
evet uzun fek’at okunulası yazı güzel insan ADALET için bir UMUT hep varolmalı içimizde İlahi adaletin tecellisi konusuna ise katılmadan edemeyeceğim..belki de tüm bunlar bir rüyadır..yoksa 2.el uzay mekiği arayışlarımız devam etsin
emin ol ki sonunda iyiler mutlaka kazanır !!
***********************************
Bazen hepimizin aynı anda aynı halüsinasyonu yaşadığımızı düşünmüşümdür. İkinci el uzay mekiği bulamasak bile düşüncelerimiz, fikirlerimiz ve kelimelerimiz var işte.
evrenin adaleti vardir .. ve yarina kalir herkesin yaptigi ama asla yanina kalmaz..!
**********************************
İnsan bazen okuyarak değil ama yaşayarak öğreniyor.
Belki de her şey doğada gizlidir.
Uzun çok uzun bir zaman sonra yorum yapmak, yazmak isteyebileceğimi hiç sanmıyordum. Ne üzücü ki bu yazıya, bu konuya…
…….. İfade edemediğim her bir duygum için……
*******************************
İnsan kendini ifade edebildiği sürece var oluyor. Belki de düşündüğümüz için değil fark edildiğimiz için varızdır.
İstiklal madalyalı bir albayın kızıyım,hergün “iyi ki babacığım ölmüş”,yoksa bugünleri görseydi hergün ölürdü.İnanın sizlerin başına gelen adaletsizliği gördükçe kabıma sığamıyorum,ama ne yazık ki fazla birşey gelmiyor elimden…Umarım çok geç olmadan haklarınızı geri alırsınız.Sabırlar diliyorum…Saygılarımla…
**********************************
Bence buraya yorum yazmak bile çok büyük bir şey yapmaktır. Gerçeklerin değerlendirmesine katkı sağlamak, farkında olmak ve haksızlıklara karşı tek bir kelime bile söylemek, yazmak bu coğrafyada erdem gerektiren çok önemli meziyetler arasına giriyor. Sorgulayan, gerçeklerin peşinde olan ve bir başkasının başına gelen kötülükleri içselleştirebilen insanların varlığı umuttur. Siz umutsunuz ve umudun gücü her şeye yeter.
AYİM de Zeki Üçok’un , Yargıtay’da da 9 dairenin baktığı Balyoz davası duruşmalarında bulundum,bahsedilen yapıyı gözlerimle gördüm,insanın dehşete kapılmaması olanaksız.Bu alçaklıkları yapanların başka ülke için çalıştıkları açıkça belli iken en yüksek makamlarda oturanlar bunu nasıl görmez,”kendileri de işin içinde değilseler ”? Umarım çok büyük tazminatlar kazanırsınız da yapılan haksızlıklar yüzünden daralan yüreğiniz biraz hafifler.
**********************************
Kazanacağım en güzel tazminat gerçek suçluların adalet önüne çıkması ve hesap vermesi olacaktır. Diğer yandan sorumlu ve görevlilerin durumu nasıl olup da görmediklerini anlamak imkansız. İki ihtimal de korkunç. Biliyorlarsa alçaklar bilmiyorlarsa korkak.
Değerlendirmeleriniz için şükranlarımı sunuyorum. Bu ülkede hala duyarlı insanlar olduğu sürece umut var demektir.