
“Basit ama çarpıcı bir araştırmada üniversite öğrencilerinden iki soruyu yanıtlamaları istenir: “Hayatınızda genel anlamda ne kadar mutlusunuz?” ve “Geçen ay kaç kişiyle çıktınız?” Sorular gruplardan birine tam olarak bu sıralamayla, diğer gruba ise ikinci soru ilk olmak üzere ters sırada sorulur. Önce mutlulukla ilgili sorunun sorulduğu grupta insanların iki soruya cevapları arasında hiçbir bağ yoktur; çok az kişiyle çıkmış olan bazı kişiler mutlu olduklarını, çok kişiyle çıkış olan bazı kişiler ise mutlu olmadıkların söylerler, vs. Ancak soruların sıralaması değiştirildiğinde ve insanların ilgisi romantizme çekildiğinde, birden mutluluklarını aşk hayatlarından bağımsız düşünemez olurlar. Bir sürü kişiyle çıkmış olanlar kendilerini mutlu hisseder, az kişiyle çıkmış olanlar mutlu olmadıklarını belirtirler. Çıkma konusu öncelikli olduğunda insanların değerlendirmeleri çıktıkları kişi sayısıyla ilişkilendi. Bu sizi şaşırtmıyor olabilir, ama şaşırtmalı, çünkü inançlarımızın gerçekten ne kadar şekillendirilebillir olduğunu vurguluyor. Kendimizle ilgili içsel düşüncelerimiz bile belli bir anda odaklandığımız şey tarafından etki altınla bırakılabiliyor.
13 Cevaplar Kime:“Odaklanma Yanılsaması”
Demokrasi ve özgürküğe inanıyorum da bizim ülkemiz de biraz alengire çevrildiğini düşünüyorum.
Öyle ki sistemin değiştirilmesi için “adanmışlık” olduğunu ve hatta içten içe ilgili kişilerin kendini bilhassa “bilinçaltı” teknikleri” konusunda ciddi anlamda eğittiklerini düşünüyorum.
Ve “Din” gibi çok ince detaylar içeren konu çok güzel kullanılıyor ve üstelikte en baba gönül çeldiriciler devreye sokuluyor.İşe “Din” gibi bir konu karıştırılırsa eğer,bu ülkenin hiç şansının olmadığını düşünüyorum.
Kur’an’ a inanan kişilerin ve müslümanların çoğunlukta olduğu bu ülke de,hala daha arapçasından okuyup tam anlamıyla anlaşılamamış bir kitabın oluşturduğu dinden nasıl hayır beklenir.Rivayet üzerine kurulu bir din,ve ilgili kişilerin naçizane eşsiz bilgileri ve adanmışlık da işe karışırsa işe değmeyin emelleri olan kişilerin keyfine valla…
velhasıl kelam biz kendimiz çalıp kendimiz oynayacağa benzeriz…
************************
İnanç özgürlüğü özgürlüklerin temelidir. Umarım bu özgürlük anlayışı, gücü elinde bulunduranın lehine dönmez.
soru aynı sistem yanılmıyorsam:=). mutlulugun iliskilerle baglamlandırırlaması gıbı yani.ilk soru demokrasi ve ve özgürlüge ınanıyormusun o zaman yanıt türbanda serbest kalsın.cünkü özgürlük ve demokrasıyle bagdastırılıyor.
ama ısın gercegı su kı belkı bırcok kadın bunu özgür ıradesınle degılde baskı sonucu yapıyor. o zaman özgürlük bunun neresnde?? düsünce ve ınanclarımızın bu kadar manıpulasyona acık olması benı korkutuyor acıkcası.
***************************
Düşünce ve inançlarımız o kadar manipülasyona açık ki, çoğu kez bize ait olmadıklarını bile düşünüyorum.
Nasıl düşünmemiz ve neye inanmamız gerektiği biz farkında olmadan beyinlerimize yerleştiriyor sanki.
Ya beynimizi koruyacağız ya da programlanabilir otomatlara dönüşeceğiz.
Belki de dönüştük. Ağk.
HAYIR..HAYIR..YÜZBİNKERE HAYIR…BUNLA İLGİLİ ŞARKI BİLEM YAPABİLİRİM
d
****************************
Ne desek boşuna. Evet çıktı bi kere.
Bizim bu sorulara verdiğimiz cevaplar bir şeyi değiştirecek mi oyumben? Bence HAYIR!

Ben zaten referandumda da HAYIR demiştim, ama sonuçta Evet’ler fazla çıktı.
Boşa kürek çekmekten bir farkı yok…
*************************
Kürek olsa çekeceğim. Kürek yok!..
O halde bir yazıyı sondan başa okumak ilginç olabilir..

Üzerimizde deney yapmaktan vazgeçmeyeceksin, değil mi?
******************************
Yazıyı yazan kişinin stratejisini çökertmek için harika bir yöntem olur bu. Fakat okurken kendimizi çökertme ihtimalini de göz ardı etmemeli.
Bu arada aslında deneyi ben yapmıyorum, sadece üzerimizde sayısız deneyler yapıldığını hatırlatmak istiyorum.
Benim anladığım, sen bu soruları bize sormuyorsun aslında. Sadece soruların soruluş sırasının yanıtları etkileyebileceğini anlatmaya çalışıyorsun. Odaklanma yanılsamasını açıklıyorsun. Kendi anladığım şekilde yorum yapayım…
Diğer soruya ise türbanı destekleyen “evet”, desteklemeyen “hayır” der. Yani bir insan türbanı ya destekliyordur ya da desteklemiyordur. Bu tür konularda her insanın kendine göre sabit bir düşüncesi vardır mutlaka. Sırayı değiştirdiğimizde, kişinin her zamanki fikrini bir yana bırakıp farklı yanıt verebileceğini düşünemeyiz. Hangi sırayla sorarsanız sorun, kişi neye inanıyorsa ona göre yanıt verecektir.
Soruların soruluş sırasının yanıtları etkileyebileceğine katılıyorum. Ama araştırmadaki gibi daha önemsiz konularda. Demokrasi-türban gibi önemli dini-siyasi konularda soruların hangi sırayla sorulduğu yanıtı etkilemez diye düşünüyorum. Çünkü zaten insanın kafasında bunlara dair önceden yerleşmiş fikirler vardır. Demokrasi sorusuna zaten herkes “evet” diye yanıt verir. Hatta inanmayan da utandığı için “evet” der
Ancak böyle söyleyerek de yazının son kısmındaki “önceden geliştirdiğimiz bir inancı hatırlarız” bölümünü doğrulamış oluyorum. Yani bu tür önemli konularda, o anda yeni bir inanç oluşturmasak da önceden geliştirdiğimiz inancı hatırlarız. Araştırmadaki gibi daha magazinsel, hafif konularda ise dediğin gibi, yanıtlar kolaylıkla etkilenip değişebilir diye düşünüyorum. Çünkü kişinin bu konularda önceden kafasına yerleştirdiği çok kesin yargıları yoktur. Yani odaklanma yanılsaması derin konular için değil yüzeysel konular için geçerlidir demiş oldum şimdi ben, değil mi?
********************************
Bahsi geçen konudaki ayrıntı, insanoğlunun bu tür yanılsamalara karşı savunmasız olduklarıdır. Önceden geliştirdiğimiz inançları hatırlama konusunda çok büyük sıkıntı çekmeyiz fakat o anda aklımıza getirilen anılara dayanarak yeni bir inanç oluşturduğumuzun farkında olmamamız korkutucu.
Çoğu kez inandığımızı sandığımız şey, bize hatırlatılan, sunulan ve dayatılan simgelerin bir karışımı olabiliyor. İşin kötü tarafı; bu durumun bilimsel yöntemlerle bir silah gibi kullanılabilmesi ve bizlerin bu durumdan haberdar dahi olamayabileceğimiz. Yani önceden kafamıza yerleşen inançların kendi öz irademizden kaynaklandığını ifade etmek bence çok iddialı.
Aniden özlü bir söz sarf etmek istedim: İnandığım tek şey; inançların süreç içerisinde değişime uğradığıdır. Bir miktar paradoksal oldu ama rahatlattı valla. ehi.
fikri sabit olmak iyi bir şey midir yoksa kötü bir şey midir ya da yerine ve zamanına göre hem iyi hem de kötü bir şey midir diye düşündürdü.
**************************
Bazı fikirlerde israr etmek fayda sağlayabilir ama sabit fikirli olmanın bir yararı olduğunu sanmıyorum.
Bu konu ile bir alakasi yok ama ben size bir sey danismak istiyor um
bir insan var size zarar veriyor onunla kurdugunuz munasebet sizin hep kendinizi kotu hissetmenize yol aciyor.
bu insani bir anda hayatinizdan cikaramama noktasinda cok caresizsiniz.Bu anlamda nasil bir yol izlememi onerirsiniz?
Bu konuda bir öneride bulunma haddim olmadığını düşünüyorum. Eminim siz en doğru yolu bulacaksınız.
Konuşmak, iletişim kurmak en güzel yöntem. Eğer iletişim kurulamıyorsa da iletişim içinde olmak gerekmiyordur belki de.
Kendi adıma sadece şunu söyleyebilirim: Ben hayatın çok kısa olduğunu öğrendim. O yüzden bana zarar veren ve beni kötü hissettiren insanlardan uzak duruyorum. Eğer iş, vs. gibi zorunlu bir şekilde bu tür insanlarla beraber oluyorsam da onların bana zarar vermelerini engelliyorum. Bence biz izin verdiğimiz sürece insanlar bize zarar verebilir ve kelimelerin büyüsü vardır.
bu teknik, insanları manipüle etmede de kullanılıyor.
mesela bir iş görüşmesine gittiğinizde, görüşme yaptığınız insanın odasını veya masasını inceleyerek ilgi duyduğu konuyu açıp, sonrasında iş görüşmesine geçtiğinizde daha farklı tepkiler alabiliyorsunuz.
ama ilgimi çeken, kimi insanın buna doğuştan yeteneği olduğu. yani bilimadamlarının deneyler yaparak isimlendirdikleri şeyleri; eğitim seviyesinden bağımsız olarak kimi insan çok doğal olarak hep yapıyor.
Bazı insanların bu konuda doğuştan yetenekli olduğuna ben de inanıyorum. Nedense bu konular hep ilgimi çekmiştir. Açıkçası manipülasyon konusunda bildiğim en üstün insan Milton Erickson. Onla ilgili tüm kitapları okumuş olmama rağmen yolun başına bile gelmiş olduğumu sanmıyorum.
Sonuçta kelimelerin büyüsü olduğunu biliyorum. Onları kullanmayı bilmek çok fayda sağlıyor. Konuşulanları değerlendirmek için ise Paul Ekman’ı çok beğeniyorum. Adam organik yalan tespit makinası. Mikro ifadeleri okuma yeteneği beni derinden etkiliyor.
kendi adıma konuşabilirim ki; taşıma suyla değirmen dönmüyor
en de ilgilenmiştim ama yetenek olmayınca (ağzım beynimin hızına yetişemeyince ne söyliyeceğimi unutabiliyorum-ya da tam tersi-) başkasını etkilemek yerine, sadece bana yapıldığında farkında olmanın avantajı ile yetiniyorum.
bir de; bir belgesel seyretmiştim, mikro ifadeleri okumakla ilgili, sağır insanların yalanı daha kolay ayırtedebildiklerine dair.
kulaklarımı tıkasam, karşımdakinin yalan söylediğini anlayabilir miyim ki üstat?
Kulaklarını tıkarsan en azından sana söylenen yalanları duymamış olursun. Aslında hiç de fena bir fikir değil.
Ben bazen konuşma ortamında kulaklarımı tıkayıp ses çıkartmak istiyorum. Bazen de “acımadıı kii acımadı kii” diye haykırasım oluyor. Çok zevkli ehi. 