
Oyumben kitabından bir alıntıyla 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyorum:
“Genel olarak eğitim sistemi konusunda kafam çok karışıktı. Sistem tek bir doğru cevap olduğunu öğretmek üzerine inşa edilmiş gibiydi. Bilgileri içselleştirmek ve hayatta bize yol gösterecek öğretiler haline getirmekten ziyade, sınavda sorulan soruların doğru cevaplarını verebilmek için ezberliyorduk. Doğru cevap sadece bir tane olabilirdi. Haliyle, tek doğru cevabı bulduğumuzda artık aranacak başka bir şey de kalmıyordu. Aslında o doğru cevabı da bulmuş sayılmıyorduk, çünkü bu cevap aklımıza ezberleyerek kazıdığımız bir bilgi parçacığından ibaret oluyordu. Sadece hatırlıyorduk. En iyi hatırlayan en yüksek notu alıyordu. Oysa insan yaşadıkça anlıyordu; marifet çoğu kez anımsamak değildi, unutabilmekti.
Çoktan seçmeli soru yağmuru altında ıslanmış körpe beyinlerimiz, sadece tek bir doğru cevap arayışı içerisinde yaratıcılıklarını yitiriyorlar ve farklı perspektiflerle düşünme yeteneğimiz, daha biz küçükken öğretmenlerimiz tarafından acımasızca gasp ediliyordu. Oysa, perspektifimizi değiştirip bilgimizle oynayarak olağanı olan dışına çevirebilirdik. Albert Szent-György’nin dediği gibi; “Buluş dediğimiz şey herkesle aynı yere bakıp farklı bir şeyler düşünebilmektir.” Galiba buluş yapmamız istenmediği için sistem tam olarak böyle işliyordu. Yeni bir şey icat etmek yaşadığımız koşullar göz önüne alındığında tehlike içeriyordu sanırım.
Yıl içinde, bir önceki senede olduğu gibi, öğretilecek konulara temel teşkil eden kavram ve ilişkileri yüzeysel bir kavrayış göstererek algılamak için debelenip duruyorduk.
Acı gerçek şu ki; insan türü doğası gereği çok kolay kandırılabilir. Tüm öğrenciler gerçeklerin onlara açıklandığı bir dünyada yaşıyorlar ve kendilerine gerçek diye sunulanları olduğu gibi kabul etme eğilimi gösteriyorlardı. Maalesef çoktan seçmeli ve mutlaka bir doğru olduğunu ezberleten bu sistem, bizlere birden fazla görüş olabileceğini ve bize söylenen her şeyin doğru olmayabileceğini anlamamızı sağlayacak bir olanak sunmuyordu. Oysa bilimsel akıl yürütme, herkesin doğal yollarla ve kendiliğinden edinebileceği bir şey değildir ki.
Belki de bu yüzden öğrencilik hayatımda sebep sonuç ilişkisini keşfetmeye çabaladığım tüm sorularım, öğretmenleri alçı yutmuş bir kıvama sokmuştu hep. Ya dersten atıldım, ya da azar işittim. Aynı tornadan geçen öğretmenler, tornanın başına geçtiklerinde sistemin zımparasıyla yontmaya çalıştılar beni. Tüm eğitim hayatım boyunca neden ve sonuç arasındaki ilişkiyi aradım. Hâlâ da arıyorum. Müthiş bir beyin kapasitesi ile doğan insanoğlunun beyni, yanlış eğitim politikaları yüzünden, öğretilen bilgiler arasındaki sebep sonuç ilişkisini keşfetmek ve gerçek hayatta ihtiyacımız olan uygun akıl yürütme sistematiğine sahip olmak yerine, bilgi parçacıklarının boşaltıldığı çöpe dönüşüyordu.
Kendi kendime soruyordum:
Neden “üst biliş” dediğimiz bilmeyi bilmek kavramını öğretmiyorlardı?
Neden nasıl bildiğimiz kavratılmıyordu?
Neden insan zihninin nasıl kullanıldığından hiçbir öğretmen bahsetmiyordu?
Neden daha sağlıklı, adil, sosyal, gelişmiş bir toplumu oluşturabilecek, ön yargılardan mümkün olduğunca az etkilenen, daha uygun plan ve tercihler yapabilecek, mantıklı akıl yürütme becerilerine sahip insanlar yetiştirmek istenmiyordu?”
Bunları da okumak isteyebilirsiniz:
"Beyin hakkında yapılan ilk araştırmalardan birinde Paul Mac Lean "Üçlü Beyin" modelini keşfetmiştir...
*Cristoph Grosser’e derler ki “Türkiye’de çalışmak ister misin?” Türkiye hakkında bir şey bilmedikle...
Harita ve Bölge / Robert Dilts