
Hiç kimsenin başına, kaldırabileceğinden daha büyük sorun gelmez. Bu evrenin yasasıdır.
Her sorun çözümünü içinde taşır.
Sorunları yaşamımıza kimin davet ettiğini sanıyorsunuz? Bilincimiz, bilinçaltımız, bilinçdışımız. Ben’imiz.
Sorunların amacı, bizi geliştirmek, olgunlaşmamızı sağlamaktır. Hiçbir sorunla karşılaşmadığımız bir yaşamda gelişemeyiz, mutlu da olamayız. Ben Cennet tasvirinin gerçek bir Cehennem tasviri olduğunu düşünmüşümdür. Amaçsız, hiçbir şey için hiçbir çaba, emek gerekmediği bir yaşam…
Zorlukların ve hüznün yer almadığı eğlenceli bir hayatın mutluluk olduğuna inanan insanların, gerçek mutluluğu yakalama şansları oldukça düşüktür.
Bunları da okumak isteyebilirsiniz:
13 Cevaplar Kime:“Cennet Cehennem”
Uğraşın kalmadığı bir yaşamın yokedici sıcaklığı.. Güzel , teşekkürler.
****************************************
Bazen uğraşın olduğu bir yaşam da yok edici bir sıcaklığa sahip olabilir.
Sanırım uğraşın kaynağı ve onu ne kadar içselleştirdiğimiz çok önemli.
tenk-î yu veri maç !!! sayın “oyum ooooo”!!!güzel bir paylaşım olmuş…ama şu soruma cevap ver,ben 16 yaşımdan beridir(şimdi 34 yaşındayım) FMF(Family Mediternean Fever) ağrılarından müzdarip’im ve bu ağrılar benim “bireysel ağrı eşiği”min çok çok üzerinde,BUNA NE DİYECEKSİN!!!Karın Ağrısı Eklem ve Kas ağrısı ve baş ağrısı,sindirim sistemi anomalileri ve bulantı ve yüksek ateş bir arada,3 günlük bir Cehennem hem de en Harlısından….ve ben bu zebaniler olsa bu gadem ateşi bir araya getiremezlerdi,kendi od’uyla yanmak buna derler…herkes odunu kendi götürürmüş yaaaa,benim oduna moduna hiç ihtiyacım yok,maşşalllah bendeki ısı ve sıcaklık seviyesi radyoaktif enerji dönüşüm santrallerinde yohtır…Sana şöyle hitap etmek zorunda bırakma beni:HEYYYY AHBAP CANIN CEHENNEME,neden “Hiç kimsenin başına, kaldırabileceğinden daha büyük sorun gelmez. Bu evrenin yasasıdır.” DİYEREK Biz ÇİLEKEŞ,Biz GARİBAN ,Biz KAYBEDERKEN BİLE DERTLERİNİN ÜSTÜNE ACILI SOS EKENLER KULUBÜ üyelerine niyekine yalan gonuşuyonuz!!!!Canınız cehenneme
od derken odun’un “ODUN”unu değil ateş olan od’un OD’unu gastettiydim…açıhlıh getirem dedediydim….
Kimisi yaşadığı acıları çekerken lanet okur, kimisi bu acıları hak etmediğini düşünür, kimisi neden bu acıları yaşadığını düşünür. Fakat hiç bir düşünce tarzı bu acıların çekilmesini engellemeye yetmez. Çok nadir bir kısım insan ise bu acıların kendisine neler kazandırabileceğini düşünür. Bence saydığım bu düşünce şekillerinden en faydalısı; acılardan nasıl faydalanılabileceğini düşünmek.
Acı kaçınılmazsa ona lanet okumaktan ziyade ondan neler kazanabileceğimize odaklanmak daha faydalı olacaktır. Şimdi acı çekmekten de ne kazanabiliriz ki diyebilirsin. Bu söylem de lanet okumanın başka bir türevidir aslında. Fakat bizi öldürmeyen şeyin bizi daha da güçlü yaptığına inanıyorum ben. Acı fiziksel ya da ruhsal olsun fark etmez, bir insanın tekamül sürecinde en büyük yardımcısıdır. Hayatı daha anlamlı kılar. Belki acıyı sadece çekerek tüketebilirsin fakat o acıyı tüketmeyi başardığında o acıyı hissetmeden önceki insandan daha farklı bir boyuta gelmişsindir farkında olmasan bile. Artık hayatın küçük problemleri senin için anlamsızlaşmıştır. Çevrendeki diğer insanların çoğunun dert ettiği şeyler sana sahte dertler olarak gelecektir. Uzuvlarını parça parça kaybeden bir kanser hastası için FMF’yi nezleden ayırmak çok güçtür. Hatta kanser olmak yerine FMF derdi olsa hayatı boyunca mutluluk içerisinde yaşayacağını söyleyebilir rahatlıkla. Belki farkında değilsin fakat bu hastalığın sana çektirdiği acıların oluşturduğu eşiğin altındaki tüm acılardan arınmış bulunuyorsun. Sana bu hastalıktan daha fazla acı vermeyen şeylerin büyük bir kısmı hayatında dert olarak gördüğün şeyler değil artık belki de. Yazdıklarımın Pollyanna’cılık olarak algılanmasını istemem ya da basitçe bardağın dolu yanını görmek de değil anlatmak istediğim. Bardağın ötesine bakmalı insan. İçindeki suyun nereden geldiğine, o suyun aklına bakmalı. Suyun aklı kusursuzdur. Çünkü tabiatla aynı akla sahiptir. Onlarca mühendisi bir araya getirsen, engebeli bir yerde iki nokta arasındaki en kısa mesafeyi bulmakta aciz kalacaktır. Oysa bir kova suyu aynı araziye döktüğünde, dikkatlice izlersen suyun o muhteşem aklının büyüsüne kapılırsın.
İnsanoğlu aklını kusursuzlaştırmak istiyorsa; işte suyun bu aklını idrak etmelidir. Tabiata hükmetmeye değil de, onunla uyum içerisinde yaşamaya çabaladığımızda, bu aklı keşfedeceğimize inanıyorum.
ACI DANIŞMAZ!
Fethi Naci’nin(tanımıyorsanız lütfen Google’a danışın)anılarından birkaç alıntı yaparak katkı yapabileceğimi umuyorum: Artemio Cruz’un Ölümünü okurken “….çünkü acı bize danışmaz, bizim farkımıza varmaz…” sözcüklerinin altını çizmiştim, yanına “Genet’ye bak” yazmışım.Haute Surveillance’i kitaplığımda bulamadım; bereket Yazko Çeviri’de(Eylul-Ekim 1981 sayısı) Yıldırım Türker’in çevirisi var; Yeşil Göz’ün sözleri o çeviriden: “…Felaket nedir bilir misin? Ondan kaçabilmek için ne çılgınca umutlara bağlandım ben. (….) Başıma gelenleri ben istemedim. Üzerime yağdı herşey. (….) İnsan yıkımını seçebileceğini sanıyorsa, hiçbir şey bilmiyor demektir. Ben yıkımımı istemedim. Yıkım beni seçti. Tokat gibi indi suratıma, herşeyi yaptım üstümden silkelemek için. Güreştim, yumruk attım, dans ettim, şarkı bile söyledim. Belki gülünç gelir ama yıkımı istemedim önceleri. Ancak herşeyin engellenemez olduğunu anladığımda yatıştım. Ancak şimdi kabul ediyorum.”
Acı yalındır. Yalın ve katı. Gerçek acıyı yaşayanlar, acıyı süslemeden, bütün yalınlığıyla anlatabilenlerdir. Ancak o zaman işler acı bizim de içimize, bizi çarpar.(…….)
Gerçek acının tek ölçütü var: Ölüm korkusunu yok etmesi. hala ölümden korkuyorsanız bilin ki gerçek acıyı yaşamamışsınız(….)
Sonra 24 Aralık 1976’da her şey bitti.
Şimdi artık bir ben var bende benden içeri: Deniz, güzelim benim, yalnızım, üzerinde güller açan kızım…
Acıyı yaşadım ben, ve yalnızlığı ve sevgisizliği. Bir ölüm kaldı, o da umurumda değil: Ölüm yaşanmıyor ki…
İşte böyle yazmış rahmetli üstat genç yaşta ölen kızının üzerine.
Bende acının insana değer kattığını düşünürüm ama kim ister ki acıyı? O gelir, vurur yıkar ve gider. Yıllar önce genç yaşta kendi isteğiyle bu dünyayı bize bırakan arkadaşım ki; onun da adı Deniz idi, annesi arkasından şöyle demişti bana: Cihan evimize yıldırım düştü. Acı paylaşılmaz ah keşke paylaşılabilseydi.
“Başıma gelenleri ben istemedim. Üzerime yağdı her şey… Gerçek acının tek ölçütü var: Ölüm korkusunu yok etmesi. hala ölümden korkuyorsanız bilin ki gerçek acıyı yaşamamışsınız…” Özellikle bu satırlar bana çok tanıdık geliyor.
Ve biliyorum ki, “Aslında gerçek acılar dilsizdir. “
Ve biliyorum ki, “Aslında gerçek acılar dilsizdir. “ demişsiniz sayın “benoyum” peki aynı mantıkla şunu diyebilir miyiz? ” Bütün dilsizler çilekeş insanlardır…”ne yani siz dilsiz insanların daha çok acı çektiğini mi savunuyorsunuz? doğru acı çeken kimselerden acılarının reklamını yapmayanlar aslında daha ÇİLEKEŞ DAHA CEFAKAR DAHA VEFAKARDIR’LAR…TIPKI BENİM GİBİ…ben de çok acı çektim!!!ve O kadar acı çekmeme rağmen BAKIN HİÇ BAHSEDİYOM MU çektiğim acılardan???herkes benim gibi yüksek yoğunluklu ve dayanılmaz Maddi/manevi ve de uhrevi ve de psiko-felsefi acılar ÇEKEMEZ ARKADAŞ!!!5 dakka dayanamaz acıdan ölür,şoka girer diyor muyum???mesela GEÇENLERDE ÇÜRÜK DİŞİM AĞRIDI ve Ben kendime ACI YOK diye telkinde bulundum ama acının dilinden anlamadığım için ACI söylediklerimi ANLAYAMADI….Gerçek acılar meğer gerçekten DİL’den anlamıyorlarmış…Acının Lisanı yok imiş….
Bence konumuz kimin daha çok acı çektiği olmamalı. Yazdıklarımda bunu kastetmek istemedim. Acılar kişiye göre tanımlanır. Her insanın acı eşiği farklıdır, acıya karşı takındıkları tavır gibi. Kimisi bağırır kimisi sesini çıkartmaz.
Ancak elimizde olmayan sebeplerden dolayı çektiğimiz acılardan faydalanma fikrini benimsiyorum.
Belki de acı yaşamın tadıdır.
fazlaca olgunlaşınca da için çürüyor. kaldırıp kendini çöpe de atamıyorsun üstelik
İçi geçmekle olgunlaşmak farklı bence.
bahse konu olan için geçmesi değil.fazlaca olgunlaşan insanların hayattan keyif alabildiklerini düşünmüyorum ben.
Jung hayatın iki bölüm olduğunu söyler. İkinci bölümde gölgeyle tanışırsın ve hayat kötülüklerle daha da anlam kazanır.