
Spinoza’nın “Zorunluluk” kavramı hakkındaki fikirlerinin ne anlama geldiğini kavradığımızda hayat daha yaşanılır olabiliyordur belki de…
Somerset Maugham’un Of Human Bondage kitabında; Philip’e Spinoza’dan dersler veren şair Cronshaw şöyle diyecektir: Herkesin kendisini evrenin merkezi sandığı bir toplumda yaşıyoruz… Böyle bir dünyada, katlanılabilir bir hayat sürebilmek için, idealleri bir yana atıp, insanlığın kaçınılmaz bencilliğini kabullenmek gerekir. Herkesin kendisi için yaşadığını bir kez içimize sindirdikten sonra, hemcinslerimizden daha az şey bekleriz. Bizi artık hayal kırıklığına uğratamayacakları için, zevklerinden başka hiçbir şey düşünmeyen bu insanları daha çok sevebiliriz ya da en azından onları hoşgörebiliriz… Cronshaw’a hak veren Philip, bu söylenenlerden yola çıkarak, kendi kendine aynı soruyu soracaktır: Ödev, iyilik, güzellik böylece çöpe atıldıktan sonra, ne için dünyaya geldik? Hayatın anlamı nedir?
Philip’in saygı duyduğu bir tek şey kalmıştır; o da Conatus ( Spinozanın varolma direnci/gücü olarak ifade edilebilecek kavram.) temelli bir Spinozacı hak anlayışından başka şey değildir: Var olmak için verilen mücadelenin azameti ve bundan çıkan kural ya da Güç eşittir Hak. Bu kural çerçevesinde Toplum, yasalarıyla insanın karşısına dikilir. Kendisi için yararlı olan davranışları, eylemleri erdemli sayar; zararlı bulduklarını da kusurlu… Bu toplumu kabullenmek zorundayım, çünkü kendini korurken beni de koruyor ya da beni koruyorsa bu toplumu kabullenmek zorundayım. Ama onun yasalarına boyun eğmemin nedeni onları doğru bulmam değil, yalnızca Zorunluluk’tur. Toplumun kendini korumak için yaptığı yasaları çiğnersem beni hapse atabilir ya da ortadan kaldırabilir. Buna gücü, demek ki hakkı vardır. Ama buna karşılık, onun yasalarına karşı geldiğimde, kendimi suçlu hissetmem… İyinin ve kötünün bunun ötesinde anlamı yoktur. Günah mı? O da özerkleşmiş bir insanın asla saygı göstermeyeceği bir önyargıdır. Vicdan mı? İnsanın kafasında, onun aleyhine ve toplumun lehine çalışan, insanın kendisini düşmanının yararı için feda etmesini sağlayan bir hainden başka şey değildir…
Philip hayat yolculuğunda, bir rehberin ardında sürüklenen turistlere küçümseyerek bakan biri olmuştur artık. Bu yolculukta, özerkleşmiş insan için tüm değerlerin içi boşalmıştır. O ancak kendisine haz veren şeyi yapabilir ve yalnızlığı içinde, dünyanın neden yaratıldığına, insanın neden var olduğuna ilişkin soruyu yalnızca kişisel bir cevap bulabilir. Kimse ona bu sırrın ardında yatan şeyi söyleyemez. Mutlak özerkliğin yolu, insanın hayatın anlamını kendinde bulmasından geçer.
Philip alabildiğine özerkleştiğini hisseder ilk kez. Önemsizliği güce dönüşür. Bu saçma yazgıya kafa tutabileceğini kavrar. Dünya üzerinde çok kısa bir süre için atılmış şu İnsanlık sürüsünde, küçücük varlığıyla yine de çok güçlüdür. Kaostan hiçliğinin sırrını çekip almıştır: Hayatın sürekliliği içinde, kaynağı olmayan bu nehir gerçek olmayan bir okyanusa akıp giderken, üstündeki yolcular kendilerine en uygun, ama farklı çözümleri bulacaklardır. Evlenmek, çoluk çocuğa kavuşmak, ekmeğini kazanmak gibi… ya da mutluluk, başarı ümidi beslemeden, serbest irade yanılsamasına da kapılmadan, sıradan kusurları ve tutkuların üstüne çıkarak, Zorunluluk içinde özerkleşmek…
Bunları da okumak isteyebilirsiniz:
Kelimeler aklın mücevherleridir. Karatını onları nasıl yan yana getirdiğimiz belirler… httpv://ww...
Felsefenin Hayatınızı Değiştirmesinin Sekiz Yolu : İyileştirme Bir filozofun söyledikleri insa...
Bir öğrencisi Konfüçyüs’e dedi ki: “Yaşadığın kentte seni herkesin sevmesi nasıldır?” “Yeterli...
Tek Cevap Kime:“Of Human Bondage (1915) / W. Somerset Maugham”
Aferin Philip.
Kaosu anlamlandırmya çalışıp durmak, ne hacet!
**********************
Belki de kaosun içindeki düzeni görmek daha değerlidir.