Platon ve Kant’tan fazla bir biçimde etkilenmiş olmakla birlikte Schopenhauer’ı Batılı felsefecilerden ayıran şey, Antik Hint ve Budist metinler hakkındaki derin bilgisi ve düşüncelerinin Doğu ile Batı arasında erken, değerli bir köprü sunmasıdır.
Schopenhauer’i anlamak için önce duyularımızla algılayabileceğimiz fenomenal bir dünya ve bir de bizim algımızdan ayrı var olan ebedi bir gerçekliğe sahip kendinde şeyler olduğuna inanan Kant’a geri dönmeliyiz. Duyularımız ile sınırlı olduğumuzu düşünürsek, bu kendinden dünyayı asla gerçek anlamda bilemeyiz. Schopenhauer bunu kabul eder fakat akıl aracılığıyla hakiki gerçekliği (numen) tasarlayabileceğimizi düşünür.
“Schopenhauer için istenç, fenomenler dünyasının en içteki varlığıdır, kendisini her türden kör ve amaçsız mücadelenin bir çeşidi, bir yaşama istenci olarak dışa vurur. Terimin bilinçli istek olan geleneksel anlamından farklı olarak, istenci sürekli olarak bir çıkış arayan bir tür enerji olarak görmek en iyisidir. Sadece insanların çabalamasını değil, hayvanlardaki, bitkilerdeki ve hatta cansız dünyadaki yaşam gücünü de açıklar: ‘Öznel olarak herkes ne istiyorsa yalnızca onu yaptığını düşünür. Ama bu sadece, eylemleri onun gerçek özünün saf tezahürü olduğu anlamına gelir.’ Bizi harekete geçiren nedenler serbest bir şekilde seçilemez ve bundan dolayı da özgür bir istence sahip olduğumuz söylenemez.”
Çoğu filozof istenci tarafsız ya da olumlu terimlerle ela alırken Schopenhauer, bir yerlerde bulursak aşılması zorunlu olumsuz bir güç olarak onu tasavvur eder: ‘Büyük yoğunlukta istenç’ kaçınılmaz olarak acıya neden olur çünkü istencin tümü, yoksun olmaktan gelmektedir.’ Bilge kişi iyi ve kötüyü, haz ve acıyı salt fenomen olarak, ‘birlik’in muhtelif dışavurumları olarak görür. Kişisel istençlerini ( ya da egolarını)= yadsımanın ve diğerlerinden ayrı olmadıklarını fark etmenin kendilerini huzura götüreceğini bilirler. Zaman ve mekanda var olan varlıklar olsak da paradoksal oalarak ancak bu yapıların ötesine geçmek bizi özgürleştirebilir.”
“Bu dünya benim tasarımımdır: Yaşayan ve bilen her varlık için geçerli bir hakikattir ve bu doğruluğu düşünülmüş olmaya, soyut bilince yalnızca insan getirebilir. İnsan eğer gerçekten bunu yapıyorsa, felsefi yargı gücü onda doğmuş demektir. O zaman da insan için şunlar açıklık kazanır, kesinleşir: O, güneşi, yeryüzünü bilmemekte, yalnızca güneşi gören gözü, yeryüzünü duyumsayan eli bilmektedir, onu kuşatan dünya olsa olsa tasarım olarak vardır, açıkçası, dünya, ancak başka bir şeyle ilişkisi içinde, tasarımı kavrayan biriyle ilişkisinde vardır, bu da kendisidir.”
“Nesnel dünya, tasarım olarak dünya, dünyanın tek cephesi değil ama yalnızca dış cephesidir deyim yerindeyse; dünyanın en içteki varlığı, çekirdeği, kendi içinde şey olarak bütünüyle farklı bir cephesi vardır.”
Gelişmiş insan, istencinin (ya da egosunun) kör dürtülerine göre daha az, ezeli ve benliğinin ötesindeki şey her neyse onunla daha fazla uyumlu yaşamaya çalışır.
Arthur Schopenhauer
Alman felsefe dünyasındaki ilklerdendir ve dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkatleri çekmiştir. Hayatı bir ıstırap olarak gören filozofun yaşadıkları felsefesini etkilemiştir.
Arthur Schopenhauer, 22 Şubat 1788 tarihinde Danzig, Polonya’da varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Babası Heinrich Floris Schopenhauer, annesi Johanna Schopenhauer’dır. Ailesi 1793 yılında Danzig’den Almanya, Hamburg’a taşındı. Adale adında bir kız kardeşi vardı. Hamburg’taki özel bir okul olan Hamburger Rungesche Privatschule de eğitimine devam etti. Eğitimine Gymnasium lisesinde devam etmek istedi ancak babası kendisine Avrupa ülkelerinde genel bir eğitim seyahati yapmasını ve bu seyahat sonrasında karar vermesi gerektiğini söyleyerek daha iyi bir öneride bulunur. 1803 yılında 1804 yılına kadar Hollanda, Fransa, İsveç, İsviçre, Silezya ve Prusya’da ve İngiltere’de en çok Wimbledon’da İngilizce pratiği için zaman geçirdi.
1804 yılının Eylül ayından Aralık ayına kadar babasının isteğiyle Danzig’de yine babasının bir arkadaşı olan Jacob Kabrun’a ait şirkette ticaret eğitimi stajyerliği yaptı. 1805 yılında Hamburg’a geri geldi ve başka bir şirkette staj eğitimine devam etti. 20 Nisan 1805 tarihinde babası bilinmeyen bir sebeple ölünce annesi kız kardeşi Adale’yi de alarak Weimar’a taşındı. Arthur, Hamburg’da yalnız kaldı.
Babasından kalan ticaret işinde olmak istemeyen Arthur yüksek liseye başlar. Hocasını sert şekilde eleştirdiği için buradan ayrılır. Özel filoloji dersleri alır. Daha sonra üniversiteye kaydolur. 1809 yılında Göttingen Üniversitesi’nde tıp okumaya başlar, sonra felsefeye yönelir. Berlin Üniversitesi’nde felsefe eğitimi görür. “Yeter Sebep İlkesinin Dört Farklı Kökü Üzerine” adlı çalışmasıyla 18 Ekim 1813 tarihinde Jena Üniversitesi’nden doktora derecesi alır. İlk okuyucularından biri de Johann Wolfgang von Goethe’dir.
1814’te annesiyle birlikte Dresden’e gitti ve orada edebiyatçılarla görüşüp paylaşımlarda bulundu, şehrin zengin kütüphanesinden faydalandı.
1807 yılında genç yaşta kendisinden 11 yaş büyük Karoline Jagemann ile yaşadığı erotik kargaşa Arthur’u ruhsal anlamda şiddetli bunalımlara soktu.
Annesi Johanna, oğlunu takdir etmek yerine, kitabın şifalı otlarla ilgilenenlere yönelik olduğunu söyleyerek dalga geçer. Anne bir toplantı salonu açmıştır. Burada Johann Wolfgang von Goethe gibi devrin aydınları toplanmaktadır. Arthur birçok düşünürle fikir münasebetinde bulunur. Daha sonra annesi ile anlaşamadığından evden ayrılıp kendi başına yaşamaya başlar. Doğu bilgeliği ile ilgilenir. Doğu mistisizmi ve panteizmi araştırır. Isaac Newton’u eleştirir, Johann Wolfgang von Goethe’yi över.
1819 yılında İtalya’ya yaptığı bir seyahatte Venedik, Roma, Napoli, Paestum, Milano şehirlerinde bir süre kaldı.
Arthur Schopenhauer, 1820 yılında Berlin Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine kabul edilir. Bu dönemde Schopenhauer 19 yaşındaki şarkıcı Caroline Richter Medon’a aşık olur. İlişki, aralıklarla 10 yıl kadar sürer, ama filozofun ilişkiyi resmileştirmek gibi bir niyeti yoktur. Aynı fakültede ders veren Georg Wilhelm Friedrich Hegel için: “Eserlerinin dörtte üçü safi saçmalık, dörtte biri de paradoks olan” tanımını yapar. Hegel’in dersleri ile aynı saatte ders işler. İnsanların iki seçenekten kendisini seçmesini bekler ancak yanılır. Derslere gelen olmayınca 1821 yılında seyahate çıkar. İtalya’da bir süre gezdikten sonra tekrar 1825 yılında Berlin Üniversitesi’ne girmek ister ancak kabul edilmez. Çeviri, derleme ve editörlük yapmaya çalışır. Yayıncılar pek ilgi göstermez ancak o düşüncelerini destekleyen her destekleyici ifadeyi ve durumu kaydeder.
Kolera hastalığı salgını yüzünden 1831 kış mevsimini kaçtığı Frankfurt’da geçirdi. Frankfurt’a kaçtığı zaman Caroline’nin başka birisinden olan çocuğunu bırakıp kendisiyle gelmesini ister, kadın çocuğunu bırakmayı kabul etmeyince bir daha görüşmezler.
Arthur Schopenhauer, 1833 yılında hayatının sonuna dek kalacağı Frankfurt’a taşındı. Çeşitli denemeler, hayata dair aforizmalar yayımlar. 1853 yılında uluslararası kamuoyunda tanınmaya başlar. “Alman felsefesinde putkırıcılık” yaptığı için övülür. Vilhelm Richard Wagner onun müzik düşüncelerine atıfta bulunur. Bazı üniversitelerde hakkında dersler verilmeye başlanır. Hayatının son yıllarını ünlü bir filozof olarak geçirir. Kendi tanımıyla, bir insan düşmanıdır ve tek arkadaşı köpeğidir.
Schopenhauer’ın babası Heinrich zengin bir tüccar, kocasından 20 yaş küçük annesi Johanna ise özgürlüğüne düşkün, bencil, sosyal ortamlara meraklı bir kadındır. Anne ve babasından fazla ilgi göremeyen Arthur Schopenhauer felsefe tarihinin en karamsar filozoflarından biri olacaktır. Annesi yazılarında oğlunun mızmızlığından yakınır, onun budala bir dünya ile insanın aczi üzerine sızlanışlarının sinirine dokunduğunu belirtir. Annesine karşı duyduğu olumsuz hisler ilerdeki kadınlar hakkında olumsuz düşüncelerinin çoğunun temelini oluşturacaktı. Annesi 1838 yılında öldü.
Arthur Schopenhauer, Immanuel Kant’ın en çok değer verdiği öğrencisiydi. Ayrıca Schopenhauer, Friedrich Nietzsche’nin ilk akıl hocasıdır.
Arthur Schopenhauer, 21 Eylül 1860 tarihinde Frankfurt, Almanya’da 72 yaşında ölmüştür.
Herhangi bir şeye inanmayan evhamlı biri olarak anılır. İçinde yaşadığı ortamın sürekli ona kötülük vereceğini düşünmektedir. Gürültüden nefret eder. Ona göre insanların çoğunluğu hor görülmeye layıktır. Kendisi insanlardan uzak ve bencil bir yaşam sürer ancak felsefesi dünyadan el çekmeyi, doğal itki ve güdülerden uzaklaşmayı öğütler. Bir nevi yeni Budizm düşler ve çileci bir yaşamı destekler. Yaşam şekli konusunda kendisini eleştirenlere: “bir ahlakçının sadece kendisinin sahip olduğu erdemleri örnek göstermesinin saçma olduğunu” söyler.
Eserleri :
1813 – Yeterli Sebebin Dörtlü Kökü, (Über die vierfache Wurzel des Satzes vom zureichenden Grunde)
1818-1819 – İstenç ve Tasarım Olarak Dünya, (Die Welt als Wille und Vorstellung)
1836 – Tabiattaki İrade Üstüne, (Über den Willen in der Natur)
1839 – İnsan İradesinin Hürriyeti Üstüne, (Über die Freiheit des Mensch-lichen Willens)
1841 – Ahlakın İki Temel Meselesi, (Die beiden Grundprobleme der Ethik)
1851 – Parerga ile Paralipomena, (Parerga und Paralipomena)
Türkçeye Çevrilmiş Kitapları
– Aşkın Metafiziği, Çeviren: Selahattin Hilav, .
– İstenç ve Tasarım Olarak Dünya, Çeviren: Levent Özşar,
– Parerga ile Paralipomena, Çeviren: Levent Özşar,
– Ruh Görme Üzerine, Çeviren: Levent Özşar,
– Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, Çeviren: Mustafa Tüzel,1998
– Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, Hasan Ali Yücel
– Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine, Çeviren: Ahmet Aydoğan.
– Aşka ve Kadınlara Dair, Aşkın Metafiziği, Toplu Eserleri-1, Çeviren: Ahmet Aydoğan,
– Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine, Toplu Eserleri-2, Çeviren: Ahmet Aydoğan,
– Hayatın Anlamı, Toplu Eserleri-3, Çeviren: Ahmet Aydoğan,
– Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine, Toplu Eserleri-4, Çeviren: Ahmet Aydoğan,
– Üniversiteler ve Felsefe, Toplu Eserleri-5, Çeviren: Ahmet Aydoğan,
– Hukuk, Ahlak ve Siyaset Üzerine, Toplu Eserleri-6, Çeviren: Ahmet Aydoğan,
– İnsan Doğası Üzerine, Çeviren: Elif Yıldırım,
– Edebiyat Dersleri, Çeviren: Arzu Eti Polat,
– Bilim ve Bilgelik, Çeviren: Ahmet Aydoğan,
Arthur Schopenhauer sözleri :
– İnsanları tanıdığımdan beri hayvanları daha çok sevmeye başladım.
– Can sıkıntısı öyle bir derttir ki, birbirini sevmeyen insanları birbirine aratır.
– Kalbin gerçek, derin barışı ve tüm ruhun huzuru sadece yalnızlıkta bulunur.
– İnsan hayatı, yenileceğinden hiç şüphe etmeksizin, var olmaya çalışmak için harcanmış bir çabadır.
– Terbiyeli adam, terbiyesizle geçinmesini bilendir.
– İnsanın bu dünyada yalnızlık ve bayağılıktan birini seçmekten başka şansı yoktur.
– Bir insanın kötü bir karakter özelliğini unutmak, güçlük ile kazanılmış parayı sokağa atmak gibidir.
Kaynak:Biyografi.info
Bunları da okumak isteyebilirsiniz:
Bilimsel Devrimlerin Yapısı (1962) / Thomas Kuhn
Namus bazılarınca bir erdemdir; fakat birçokları için hemen hemen bir günahtır. Bunlar kendilerini t...
Ixtlan Yolculuğu (1972) / Carlos Castaneda