
İnsan neslinin var oluşundan günümüze kadar müthiş bir gelişim gösteren beynimiz, ilk insanın ilkel beyin mirası üzerine inşa olmuştur. Her ne kadar en yüksek medeniyetleri oluşturmayı başarmış olsak dahi, derinlerdeki ilkel beynin varlığı, biz farkında olmadan davranışlarımızı şekillendirmeye devam ediyor. Nietzche, Kant, Hegel, Schopenhauer gibi büyük filozofları, Goethe gibi büyük yazarları, Wagner gibi büyük bestecileri çıkarmış Alman ulusunun, Hitler’in peşinden giderek milyonların ölümüne sebep olan dünya savaşını çıkarmış olmasını başka türlü nasıl açıklayabiliriz ki?
İlkel beyin, neslin devamını sağlayan hayatta kalma kodlarından başka bir şeyle ilgilenmez. Onu tetikleyen en büyük güç ise korkudur. İnsanın bir anda sürüngene dönüştüğünü görmek mi istiyorsunuz? Eğitim seviyesi ne olursa olsun bir silahın patladığı kalabalığa bakın. Böyle bir anda korku anında benliği esir alacak ve tüm çıplaklığı ile ilkel beyin ortaya çıkacaktır.
Belki de toplumları yönlendirmenin ve etki altına almanın en geçerli yöntemi de korkutmaktır. Çünkü korku kültürü ile yaşayan bir toplumun özgür iradesinden bahsedemeyiz.
Korkuya dayalı politik propaganda ile kitleleri ilkel beyin seviyesine indirebilirsiniz. Böyle bir siyasi stratejinin üç temel ayağı vardır: “Düşman göster.”, “Dayanışma duygusunu kışkırt.”, “Düşündürme!” (3-D) Devamlı korku ve kaos ortamı yarat ki, kimse sağlıklı düşünemesin! Mantığa hitap etme, içgüdülere ve ilkel beyne bağır! Vahşet, dehşet, şiddet, terör ve kan pompala ki yarın ne olacağını ön göremeyen insanlar, belirsizlik anaforunun oluşturduğu kaygıyla korkunun esiri olsunlar.
Diğer yandan, sosyal psikoloji araştırmalarıyla, bir insan ilkel beyin seviyesine indirgemenin en iyi yönteminin onu bir gruba dahil etmek olduğu tespit edilmiştir. Sıkıca birbirine bağlı bir grubun, akıl ve mantığını kullanmak yerine, grup dinamiklerinin onu yönlendirdiği amaca motive olduğu görülmüştür. Güç senin elindeyse kitlelerin kaç gruba ayrılacağının bir önemi yoktur. Yeter ki sana tabi olan grubun sayısı en fazla olsun. Gruplar ne kadar keskin bir ayırım ile şekillenirlerse o kadar iyi. Çünkü bu ayrımın sertleşmesinin oluşturduğu korku, grup birliğinin oluşturduğu güvenden daha güçlü olacaktır.
Peki kitleler bu politikaların farkına varamıyor mu? Onları yöneten bu tip liderlerde ne buluyorlar?
Sanırım burada benzer olanın cazibesi devreye giriyor. İnsanlar özdeşlik kurma psikolojisiyle hareket etmeyi seviyor. Yaşamlarında kompleksli, ezik, yenilmiş, aciz kişiler, gücü temsil eden liderler üzerinden intikam alıyorlar. Kocasından şiddet gören kadınlar, patronunun eziyetine maruz kalan çalışanlar, özdeşlik kurduğu liderler üzerinden intikam kusuyorlar. Zira ikel beyinlere hitap eden liderin rüşveti, kendisini bir intikam aracı olarak kullandırmaktır. Liderin mesajı çok basittir: “Ben de senin gibiyim ama senin olmadığın bir yerdeyim, bana güç ver nefret ettiğin herkesin canını okuyayım!”
Rüşveti alan oy veriyor, oyu alan ise rüşvet veriyor. İşin ironik yanı, rüşvet almayanlar dahil tüm toplumun canına okunuyor.
Sonuç itibarıyla: toplumsal hayat bu hayatı meydana getiren beyinlerin yansımasıdır. Ve asla unutmamalı: Çoğunluk, demokrasiyle beslenerek, kalabalığın diktatörlüğü haline geldiğinde, bunun bedelini azınlıkla beraber ödemeye hazır olmalıdır! Geç kalmadan kullanın onu! İlkel olanını değil, gelişmiş olanı…
Yazıyı siteden okumak için tıklayınız!
Bir önceki yazıyı okumak için tıklayınız!
Bunları da okumak isteyebilirsiniz:
Mayıs 2020’den bu yana burada yazılarımı yayınladığım köşeme şöyle bir baktım da; genelde doğru bilg...
Orduyu tüm üst yönetim olarak tasfiye siyasi Ergenekon ve Balyoz davalarının ana hedefiydi. Bu dava ...
Özgürlük Kahramanlığına Halim Kalmadı / Nihat Genç, OdaTV, Tamer Karslıoğlu, oyumben