
* Neanderthal kadını için en çekici erkek, mağaraya en çok et getiren avcıydı.
* Usta bir yalancılık; yıllar sürecek bir özüne yabancılaşma ve kendini kendine unutturacak derecede dehşetli bir nefis terbiyesidir.
* Vicdan
Başkalarının göremediğini gören, yüreğindeki bir çift göz.
Lanet olası gözler.
Sadık bir köpek gibi sana yumuşak yumuşak bakan gözler.
Ruhunu sattığın gün vicdanını da sattığını zannetme.
Ruh satılır.
Vicdanı ise yavaş yavaş boğmalısın. Bir köpek yavrusunu boğar gibi.
Boğulur da it oğlu it, merak etme.
* Birilerini ikna edemiyorsan, en azından kafalarını karıştır.
* Ketum ol, ama ketum gözükme. Hiçbir şey söylemeyip her şeyi söylüyor görünmek daha sempatiktir. Sır tutanlar, insanlara soğuk ve itici gelirler. Konuşarak ketum ol, susarak değil.
* Cesaret korkmamak değildir. Cesaret, tam tersine çok korkmak ama yine de “ben varım” demektir.
Cesaret, korkuya rağmen eylemdir.
Birinci sınıf bir histir.
“Şans cesurlara güler” denir. Evet, şans ancak eylemcilere, hareket edenlere, birşeyler yapanlara yardım eder. Kıçının üstünde oturanların ayağına gelmez.
* Zaman, harcayabileceğin en kıymetli şeydir. Bu yüzden, herkesin para kazanmak için kafa yorduğu yerde, sen zaman kazanmak için kafa yormalısın. Sana zaman kazandıracak her türlü verimliliğe dikkat et.
* Bir probleme çözüm ararken çok akıllı çözümler arama. Çok akıllı gözüken karmaşık çözümler, işi daha da karıştırırlar o kadar. Basit ve kolay çözümler ara. Sade bir çözüm henüz üretilmemişse, çözüm henüz bulunamamıştır.
* İnsanları önce bir tart. İnsan sarrafının mahareti, tanışmalarının daha ilk anlarından itibaren karşısındakini dikkatlice inceleyerek onu çok küçük detaylarda yakalamaktır. Çünkü insanlar gerçek şahsiyetlerini sanıldığı gibi öyle büyük işlerde değil, gevşedikleri, önemsemedikleri küçük işlerde zırhlarından kaçırırlar.
Bunları da okumak isteyebilirsiniz:
Felsefe yüzyıllar boyunca skolastiğin yorganı altında kıvrılarak uyudu. Skolastik tartışmaların horl...
Yasaklamaya muktedir olduğu hataları suçlayan ve cezalandıran bir Allah, benliğinde budalalıkla zulm...
Yeniden çerçevelemek metodu eleştiri ve eleştiride bulunan kimselerle meydana gelecek etkileşimi ver...
12 Cevaplar Kime:“Genç Bir İşadamına / Emre YILMAZ – I”
Bunların hepsini başarabilseydik eğer yaşam ne kadar kolay ve rahat olurdu değil mi?
))
**************************
Oldukça kolay olurdu, ama o zaman hayat, hayat olurmuydu bilmiyorum…
Olsun yine de birkaçını başarabilmişizdir diye umuyorum.
*************************
Kim bilir belki de?
Kimbilir..
Belki de çocukluğunda yaşadığı deneyimler ve hatta ebebeyin sorunları yüzünden çocukluğunu yaşayamamasının üzüntüsüyle onda bu denli sağlam vicdan bilinci oluştu.Çocukken babasının veya annesinin yanında olmamasının acısını bildiği içindi bence.Belki bu yüzdendi vicdanını ve ruhunu satmamaya kararlı oluşu.
Kimbilir…
Bu andını onun için bozmayaya kararlıydı.Çok sevdiği şeyleri kaybetme pahasına da olsa…
**************************
Sadece bireysel değil toplumsal andımız da olabilse…
Bence tümevarım olmalı ki,Soruların cevapları bulunsun.
Cesaretin, Vicdanın, Ruhun, masum masum bakan köpeciğin,Neanderthal kadının, günümüz kadınının, Ketum olmanın,İlk tanışırken ki önyargıların…ne denli göreceli kavramlar olduğunun birkez daha vurgulanması açısından bence önemlidir diye düşünüyorum.
Hem sonra çocukların kendi derdine düşmüş ebebeyinleri de, çocuklar da ve nihayetinde toplumda aydınlansın.Bilinçlensin…
Dimi ama Aynşıtaynın Türkiye Sürümü arkadaşım.
************************************
Post hoc ergo propter hoc yanılgısından bahsetmek istiyorum.
Türkçe anlamı “bundan sonra öyleyse bundan dolayı” gibi bi şey.
Aslında bu ifade, bir şey diğerini izlediğine göre, o şeyin diğeri yüzünden olduğunu varsayma hatasını anlatır.
Yakın zamanda okuduğum bir kitapda yazıyordu bu tabir.
Ve kitapda bu yanlış mantığın; “Eroin bağımlılarının çoğu işe marihuanayla başlamıştır” gibi sosyo-politik savlarda sıkça kullanıldığını ifade ediyor. Aslında söylenen doğrudur fakat, bahsedilen çoğunluktan çok daha fazlası, işe sütle başlanmış olmasıdır.
Bu tabir için daha açıklayıcı önerme; “Güneş, horozun ötüşü ile doğar; öyleyse güneşi doğuran horozun ötüşüdür!” olsa gerek.
Toplumun aydınlanabilmesi için; toplumu oluşturan her bireyin, gerçekte güneşin doğmak için asla horozu beklemeyeceğini çok iyi bilmesi gerekir.
Güneşi doğuranın horoz olduğunu sanan toplumlar er ya da geç yiterler…
Horoz ötse de uyansak. ehi.
zaman harcanabilecek en kıymetli şey”
satsak para edermi? diye iğrenç bir espiri yapasım geldi.yaşlanıyormuyum ne?
mıkırcık bile üç aylık oldu hızla akıp giden bir şeyi kıymeti nasıl bilinir ki?
*************************
Satılması mümkün olsa deli para eder…
Hımm! Gerçekten çok anlamlı ifadeler. Öğrendiklerimizi uygulamaya geçirmek önemli aslında. Bilgiyi sindirmek, içselleştirmek ve kullanmakta sorun yaşanıyor sanki…
Ha, bu arada Canan hanımın seninle ilgili yaptığı “Aynştaynın Türkiye Sürümü” tanımını çok beğendiğimi de söylemeden geçmiyeyim. Kendisine katılıyorum…

*************************
Her bilgiyi içselleştirebilsek, ermiş bir alim olurduk sanırım.
Bi de Aynştayn’ın rölativite teorisini okuduktan sonra tekrar durumu değerlendirmekte yarar var diye düşünüyorum. Fakat onun gibi dil çıkartabiliyorum ehi.
İnsanları tartacak bir tartı olsa insanlar kendi ağırlıklarını görünce intihar etmek isteyebilirlerdi herhalde..

Bu da serbest çağrışım. Bu blog bende serbest çağrışım yan etkisi yapıyor.
************************
Aslında öyle bir tartı var.
Ona vicdan diyoruz…
Bu arada blogda yazarken serbest çağrışım olayı bana da olmuyor değil.
Fakat bir kısmını toplum hazır olmadığı için yazamıyorum.
Hah hah hah! Senin Aynştayn gibi dil çıkarmış halini düşünüyorum da, çok hoş bir görüntü canlandı gözümün önünde…

***************************
Bademcik muayenesi için güzel bir hareket olurdu doğrusu…
***********************************
İyi bi şey bu.
NEANDERTHAL ANACIĞIM, NEANDERTHAL BABACIĞIM!……….
Onların sonunu dördüncü buzul çağı getirdi. Yüzyıllar boyu süren soğuğa dayanacak güçleri kalmamıştı. Ekvatora yakın sıcak yerlerde yurtlandılar, İspanya en fazla Fransaya kadar gidebildiler. Yaz aylarında bile sıcaklık bir iki dereceyi geçmiyordu. Mağaralarından avlanmak için ara sıra çıkabiliyorlardı. Hep birlikte avlanmak zorundaydılar. Taştan yapılmış mızrak ve baltalarıyla tek başlarına iri ve vahşi hayvanlarla başa çıkmaları mümkün değildi. İşin daha zor yanı ise öldürdükleri hayvanları mağaralarına geri getirmekti. Onlarca kilometre uzaktan sürükleyerek ve diğer vahşi hayvanlardan korunarak yapmak zorundaydılar bunu. Dayanmak gerekiyordu, cesaret gerekiyordu ve şans; hem de çok!.. Kadınlar ateşler yakıyorlardı mağara önlerinde çünkü ölümü yenmek için iki şeye ihtiyaç vardı
Yiyecek ve sıcak. Her şeyde herkezin payı büyüktü. Ortaklaşaydı çünkü cesaret, emek , sabır ve paylaşım. Et getiren adamını severdi kadın, kanayan yaralarını tımar ederdi. Kahraman sevilmez mi? Şimdi etin yerini para ve mal aldı. Yalancı artık beyaz adam, üstelik korkak. Numaracı, üstelik düzenbaz. Parayı getiren adam seviliyor şimdilerde onlara aşık olunuyor. Aşkımmm aşkımmm diye çığırıyor modern kadın. Etler paketlenmiş ve soslu sipariş ediliyor. Hayvanlara toplu kıyılıyor, ormanlar yakılıyor, doğaya kıyılıyor ve hava sıcak!..
Artık soğuğa dayanacak güçleri kalmamıştı. ÇOK YORULMUŞTULAR…
Hüzünlü bitti bir parça et için aşık olan atalarımın hikayesi. Çınlayıp gitti sonsuzlukta bir ses, tarihe not düşerek
*********************************
Aslında coğrafyanın bu bölümünde et fiyatları göz önüne alındığında tarihteki durum hala geçerli olabilir kanaatindeyim.
Bi de bölgede homosapiens ve homoerektuslar hala var.
Çevreme baktığımda onlarcasını görüyorum. Ne garip?!..
“Birilerini ikna edemiyorsan, en azından kafalarını karıştır” bunu iş yerinde deneyeceğim sanırım
Aslında bu coğrafya oldukça uygulanan bir yöntem bu. O kadar yaygın ki kimse ikna etmeye çalışmıyor artık sadece kafa karışıklığı yaratılmakta.